Sonucu yaşlılık olan hayat boyu devam eden süreç, aslında doğumdan itibaren başlar. Ve sonuçları sadece bireyleri etkilemez; toplumsal gerekleri ve sonuçları itibariyle de önemlidir. Dünya nüfusu hızla yaşlanmaktadır. Bulaşıcı hastalıkların ve ölümcül sonuçlarının azaltılması, kronik hastalıkların ve kanser gibi ağır hastalıkların tedavilerinin başarıyla uygulanması, özellikle bebek ve çocuk ölümlerindeki azalmalar vb. tüm dünyada ortalama yaşam süresini uzatmakta etkili faktörlerdir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2050 yılında dünya nüfusunun yaklaşık 1.5 milyarının 65 yaş ve üstü bireylerden oluşacağını tahmin etmektedir. 65 yaş ve üzeri birey sayısı arttıkça daha ileri yaşlardaki kişi sayıları da artacak ve yaşlıların içinde de daha yaşlı kesimler büyük rakamlara ulaşacaktır. Bir toplumda nüfusun yüzde10’undan daha fazlası 65 yaş ve üzeri nüfusa sahip ise o toplum artık genel olarak “yaşlı nüfus” olarak nitelendirilir. Ve bütün tahminler dünyada 2050 yılında hemen hemen her ülkede kabaca 5 kişiden birinin 65 yaş ve üzeri olacağını göstermektedir.
Bunları bilmek veya tahmin etmek neden önemli veya ne işimize yarayacak peki? Planlama yapabilmek ve o yıllarda özellikle tıbbi (ve hatta tüm sosyal hizmetler açısından) hizmet vereceğimiz grubun yaşı ve hastalıkları nedeniyle ihtiyaç duyacakları hizmetleri öngörebilmek ve planlayabilmek için bunları bilmek önemli.
Biliyoruz ki yaşlanma ile beraber tüm vücut organ ve sistemlerinde yetmezlikler ve hastalıklar meydana gelir. Örneğin görme bozulur, yaşlılığa bağlı göz hastalıkları meydana gelir. Peki bunun sonuçları sadece görme odaklı hizmetlerin planlaması mı? Yani katarakt ameliyatlarını ve gözlük için SGK ödemelerini planlamak yeterli midir? Hayır yetmez, çünkü görmesi bozulan birey özellikle de yaşlı, kas gücü azalmış ve dengesini koruyamıyorsa kemikleri ve iskelet sistemi de yetersiz ise örneğin kolayca düşebilir. Düşme sonucu kalça ve büyük kemik kırıklarına, kafa travmaları nedeniyle beyin kanamaları gibi büyük ameliyat ve uzun süreli hastane bakımı gerektiren sonuçlara yol açabilir. Sorun neydi: basit algılanan bir görme bozukluğu. Peki sonuçları? Gördüğünüz gibi o kadar da basit olmayabilir. Hiçbir kazaya sebep olmasa bile kişilerin yaşam kalitesini düşürecek, başkalarına ihtiyaç duyacakları edilgen bir hayat nedeniyle de toplumsal yüklerini artıracaktır.
Peki bu kişiler nerelerde düşme kazası yaşıyor? Ev içlerinde çoğunlukla ıslak zeminlerde. Banyoda, mutfakta, tuvalette kaygan zemin nedeniyle veya oturma odasındaki halıya takılıp veya koridordaki paspas kaydı diye. Peki önlem alınamaz mı? Bu alanlarda kullanılacak malzemeler “yaşlı dostu” kavramına uygun seçilip, yaşam alanları onlara uygun ve koruyacak şekilde dizayn edilemez mi? Bebekler büyürken nasıl ki bir yerlere çarpmasınlar diye korumalar yapıyorsak örneğin banyoda yaşlıların küvet ve tuvaletlerinin kenarına duvara sağlam monte edilmiş basit bir kolçak ile tutunarak hareket etmelerini, düşseler bile tutunarak kolayca kalkmalarını sağlayamaz mıyız? Kaymayan paspas kullanmak zor mudur? İlla kozmetik gerekçelerle mi seçilmelidir ev eşyaları? Aydınlatma yeterli olmazsa zaten az gören yaşlı gözlerin bir yere çarpması kolay olmaz mı? Önlemek saha basit, ucuz ve insancıl değil midir?
Aynı durum ve potansiyel zarar verici tehlikeler, ev dışında da mevcut ne yazık ki... Yollar, kaldırımlar, ortak kullanım alanları ne kadar uygun yaşlı bireylerin kullanımına? Hiç o gözle baktınız mı sokağınıza, mahallenize, köyünüze, şehrinize? Ben yaşlı veya engelli olsaydım, ayağını sürüyen, yardımsız desteksiz yürüyemeyen, koltuk değneği veya tekerlekli sandalye kullanan (yaşlı) bir birey olsaydım kendi güvenli yaşam alanımdan ne kadar uzağa gidebilirdim ve sağ salim evime dönebilirdim? Hiç hayal ettiniz mi? Bunların hiç birini güvenle tek başınıza yapamayacağınız için evinize hapis kalıp zorunlu olarak sosyal izolasyon yaşadığınızı depresyonun kaderiniz olacağını düşünmek bile ürkütücü geliyor mu? İşte yaşlılarımız ne yazık ki bunları yaşıyor.
Evde basit temel ihtiyaçların (yemek, temizlik, alışveriş, kişisel bakım vb) karşılanmasından tutun da yatarak tedavi görmeyi gerektirecek hallerde bakımlarını sağlayacak eğitimli birey sayısı yeterli midir? Evde bakılamayacak durumda hasta ve düşkün olanlara ve kurum bakımına ihtiyaç duyulduğunda yeterinde “Yaşlı Dostu” sağlık kuruluşumuz var mıdır? Sağlık personelimiz bu konuda farkındalık ve hassasiyete sahip midir? Yaşlılara bakım ayrı bir disiplin olarak ele alınmakta mıdır yoksa angarya (hatta kurumlar açısından kar da getirmeyen) hizmetler olarak mı algılanmaktadır? Hele ki bunama, demans, Alzheimer veya son dönem kanser gibi sürekli gözetim gerektiren hastalıklara sahip yaşlıları olan evlerde, devlet tıbbi ve sosyal desteğin neresindedir? Herhangi bir nedenle sosyal güvencesi olan yaşlılarda bakım gerçekten sağlanmakta mıdır? Devlet bakım parasını verdikten sonra verilen hizmetleri ve bireyleri (ihmal-istismar-kötüye kullanım açısından) yeterince denetleyebilmekte midir? Yaşlıların maaşını almalarına karşın evde bakımları ihmal ediliyor mudur? Anayasal yükümlülükleri çerçevesinde görevini yapan devlet gerçekten ‘yaşlı dostu’ mudur? Süreklilik ve sürdürülebilirlik sağlanabilmiş midir rutin bakım hizmetleri çerçevesinde?
SAĞLIK HİZMETLERİNİN KURGUSU VE UYGULANIŞI ‘YAŞLI DOSTU’ MUDUR?
Yaşlı depresyonları ve yaşlı intiharları kapımızı çalmadan önlem alınmalıdır. Geleneksel aile yapısı içinde baskın ve güçlü konumunu yitiren aile büyükleri, çocukları büyüdüğünde rolleri değişmekte ve otoriteleri zaman içinde azalmakta ve hatta kaybolmaktadır. Ömürleri boyunca çocuklarına hayatlarını adayan ebeveynler hele bir de eşleri vefat edip yalnız kalırlarsa, daha güçlü dış desteklere ihtiyaç duymaktadırlar. Aile yapılarının geniş aileden çekirdek aileye evrildiği bu süreç sonuç olarak yalnız kalan, yalnız yaşayan veya yalnız bırakılan bir yaşlı nüfusu ve onların muhtemel sorunlarını da beraber getirir.
Sonuç olarak; hem ev içi hem ev dışı yaşam alanlarında yaşlıların sağlık ve sağlamlığını korumaya, tedavi ve bakımlarını sağlamaya yönelik önlemlerin ve farkındalığın artmasına süratle ihtiyacımız var. Uluslararası farkındalık için ayın başında yani 1 Ekim’de çeşitli etkinliklere sahne olan “Yaşlıların Günü” için yalnızca kutlamalar yapılmamalı; aklımıza gelen her ayrıntıyı da ekleyerek bir düşünelim bakalım: gerçekten de ‘yaşlı dostu’ olup olmadığımız sorusuna yanıt aranmalıdır.