Tarih boyunca salgın hastalıklar yüzünden milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. 21.yy daki Kovid-19 pandemisinde tanığı olduğumuz 1.5 yıllık sürede yaşananlar da diğer salgınlardan teknik olarak çok farklı görünmeyebilir. Ama bilelim ki aslında geçmiş dönemlere göre daha güçlüyüz. Çünkü bu zamana kadar yaşanmış olan bulaşıcı hastalıklarla mücadele hikâyelerinin her birinden dersler çıkardı dünya. Ve bu pandemide de öyle ya da böyle daha hızlı organize oldu, önlemleri aldı, karantinalar, tecritler, filyasyonlar yapıldı. Ve en önemli silahımız olan “aşı teknolojisi” sadece bu hastalık için değil, bu salgının habercisi olan benzer virüsler ve her yıl dünyayı çepeçevre dolanan grip gibi hastalıklar için zaten tam kapasite çalışmaktaydı. Bugüne kadar edinilen tecrübeler ve bilim olmasaydı kayıpların daha büyük olacağı muhakkaktır.
Peki aşı bize ne sağlar?
Hastalık etkeni olan virüs veya bakteri dediğimiz parçacıklar (genel olarak mikroplar diyelim) vücudumuza girdiğinde ciddi sorunlara ve hatta en sonunda ölüme kadar yol açabilen hastalıklara, hasarlara neden olur. Vücuda giren mikrobun gücü, miktarı ve girdiği vücudun direnci bu tablonun gidişatını belirler. Çeşitli teknolojilerle elde edilen aşı denen materyaller işte bu mikropların gücünün azaltılmış, zayıflatılmış halleridir. Küçük dozlarla sağlam vücuda verildiğinde mikrobun yaptıklarını taklit eder ama gücü azaltılmış olduğu için kişiyi tam anlamıyla hasta etmez. Ancak bu arada vücuda giren bir yabancı madde olduğu için savunma hücreleri sayıca artar ve sanki hastalık ile savaşıyor gibi davranmaya başlar. Bu işlemlerin hepsi savaşçı hücrelerin hafızalarına kazınır. İleride gerçekten bu mikropla karşılaştığında ise hızla çoğalarak zaten önceden de bildiği bir mikrop olduğu için savaşçı hücrelerini kana salar. Ve olay büyümeden bastırılır. Yani mikrop girdiği vücudu hasta edemez. Başlamadan biter bu mücadelesi ve etkisiz kalır. Savunma hücreleri de bir süre daha kanda kalır ve sonra yavaş yavaş eskir, yıkılır, kandan kaybolur. Ola ki aynı mikropla yeniden karşılaşırsa elde hazır güç olabilsin diye bazı hastalıklarda aşıların tekrar dozu gerekir. Kandaki savaşçı hücrelerin hafızaları iyidir ve sadece o mikroba değil hatta bazen benzeyen aynı türden mikroplara karşı bile koruyucu etkileri olabilir. Çocuklarımızı doğumdan itibaren hatta kadınlarımızı gebeliklerinde aşıladığımız onlarca hastalık için işte bu başarı asla göz ardı edilmemelidir. Aşısını yaptığımız onlarca hastalığın hepsinin günümüz şartlarında en kolay, en ucuz, en etkili mücadele yolu aşıdır. Yüzyıllardır aşısı bulunmuş hastalıklar dünyada sayıca azaltılmış, hatta bazıları yeryüzünden tamamen yok edilmiştir; çiçek hastalığı bunun şimdilik tek örneğidir ama rutin yaptığımız aşılarla onlarca hastalık da kontrol altında olup salgın boyutuna gelmemektedir. Hastalıkların en kötü sonucu ölüm olabilir ama bazılarında ölüm değil kalıcı sekeller ömür boyu hayatı olumsuz etkileyebilir. Örneğin çocuk felci aşısı basit şekilde ağıza damlatılan birkaç damla ile hem hayatımızı kurtarır hem de kalıcı ortopedik sakatlıklardan bizi korur. Aşı yaptırmayanlarda vücut dışardan gelecek mikroba karşı genel vücut direncinin ortalama gücü dışında başka güce sahip değildir. Ve bu da özellikle salgın boyutuna gelmiş mikropların toplumda hızla yayılması, güç kazanması, hatta şekil değiştirerek (mutasyon) farklı biçimlerde yayılmasının kontrol edilemez hale gelmesi demek olabilir.
Bu tabloda iki şansımız var. Ya hastalığa yakalanıp her türlü riski ve komplikasyonu ile hastalığı yaşayacağız (ve belki öleceğiz) ya da aşı ile daha hafif atlatacağız. Üstelik kronik bir hastalığımız varsa, şişmansak, yaşlıysak, çocuksak, altta bilmediğimiz bir savunma sistemi hastalığımız varsa bu savaşı hafif sıyrıklarla atlatmak pek mümkün görünmüyor. Saydığım gruplar ölümlerin büyük kısmını oluşturuyor. Ve maalesef ölenlerin çoğu da aşı yaptırmamış olanlar. Aşı yaptırdığı halde hastalığı geçirmek olası mı? Tabi ki olabilir. Dediğim gibi her vücudun savunma gücü, direnci, tabiatı farklı. Ve aşı o vücutta yeterince savaşçı hücre oluşturamamış olabilir. Ama hele bir de aşı yaptırmamış olsaydı bu bedenler için yeniden hastalanmak yerine ölüm kaçınılmaz son olabilirdi ve aşı onları hastalıktan koruyamasa bile ağır şekilde hastalanmaktan ve ölmekten korumuştur. Bilimin bize dediği de bu işte. Yani aşı bizi ölmekten koruyabilecek en güçlü silahımızdır.
Kovid-19 için çeşitli ülkelerde, farklı türlerde aşı üretimleri yapıldı ve mutasyonlara karşı da çalışmalar son hız devam etmekte. Hepsinin de olumlu-olumsuz tarafları tartışıldı ve halen tartışılıyor. Ancak görünen bir gerçek var ki aşılanan toplumlarda ölüm sayıları azalıyor ve hastanelik olacak şekilde ağır tablolarda hasta olma oranları düşüyor. Toplumda hastalanarak veya aşı ile bağışıklığı sağlanmış kişi sayısı ne kadar artarsa da mikropların salgın yapma hızı düşecek ve yayılım azalacaktır. İşte bu yüzden kitlesel aşılama programları hızla uygulanmaya çalışılıyor. Bazı ülkelerde aşılama işlemi hızla tamamlandı ve maskesiz dolaşmaya hatta toplu festivaller düzenlemeye bile başladılar. Ama aşısız birey sayımız bu kadar yüksek iken bizim normal hayata geçmemiz zaman alacağa benziyor. En olumsuz senaryo ise yeterli toplumsal bağışıklığı sağlayamazsak salgının beklenenden daha da uzun sürmesi. Bunun da getireceği olumsuz sonuçları tahmin edebilirsiniz. Eğitim, sağlık hizmetleri, ekonominin durumu ortada.
Kişiler kendi öz iradeleri ile aşıyı reddetme haklarına sahip olduklarını düşünmekteler. Ancak Umumi Hıfzısıhha Kanunu’ndan beri bir hukuki dayanağı da olan gerçeğimiz var ki; “aşı olmamak bireysel bir özgürlük gibi görünse de özellikle konu bulaşıcı hastalık olduğunda, aşı olmadığınız için hastalanır veya hastalığın yayılmasına neden olursanız sonucu toplumu da ilgilendiren bir suç işlemiş olursunuz. Yani kişisel özgürlükler başkalarının özgürlüklerine ve sağlıklarına zarar veriyorsa savunulamaz. Zira toplum sağlığı ve düzeni, birey özgürlüklerinden önce gelir.”
Ayrıca kişiler özgür iradeleri ile aşı yaptırmama için mücadele verirken eğer velileri oldukları çocuklarına da aşı yaptırmazlarsa ve o çocuk hastalanır veya hayatını kaybederse, kanun karşısında da en basit haliyle ihmalden dolayı suçlu olacaktır. Ülkemizde Kovid aşılamalarında 15 yaşa kadar gelinmiş durumdayken daha küçük yaşlar için zaten artısı ve eksileri ile aşılama yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa şartlarının ve hangisinin yapılacağı vb gibi konular bilim dünyasının ve siyasi uygulayıcıların da gündemindedir. Sonuçta amacımız daha az kişinin hastalanması ve ölmesidir ve uygulamalar konusunda her ülke kendi gerçeğini tecrübe etmektedir.
Sosyal medya ve bilimsel olmayan kaynakların, kulaktan dolma bilgilerin, aşının içeriğinden tutun da kısırlık yapıp yapmadığına kadar olan tartışmaların yerini; hastalıktan etkin korunmanın nasıl yapılması gerektiği, çocuklarımızı ve hassas gruplarımızı hastalanmaktan ve ölümden nasıl koruyacağımız konusundaki çabalarımız almalıdır. Aşı kısırlık yapıyor diye düşünüyorsanız yıllardır rutin aşılama yapılan doğu ve güney bölgelerimizin nüfusuna, doğum sayılarına, nüfusun artış hızına ve en önemlisi de bebek ve çocuk ölüm nedenlerine bakın.. Çocuklar zatüreden ölüyorsa çoğunlukla altından aşısız olduğu gerçeği çıkıyor.. Çocuk ömür boyu topallayarak yürümek zorunda kalıyorsa bir bakıyorsunuz ailesi aşısını yaptırmamış ve çocuk felci geçirmiş.. Halbuki sadece iki damla aşı onu koruyabilirdi. Kendisine sorsanız ben aşı yaptırmam diyecek miydi acaba? Sadece anne babası olduğumuz için onun hayatını etkileyecek bir kararı bencilce verebileceğimiz anlamına nasıl gelebilir ki? Onlar bize emanet değil mi?
Aşılanması gereken öncelikli risk grupları ve çocukluk aşıları ihmal edilmemeli, Kovid aşısı ile birlikte rutindeki aşı programındaki diğer aşılar da mutlaka yaptırılmalıdır.
Unutmayalım; aşılanmış olmak bu virüsün bize hiç bulaşmayacağı veya bizim başkalarına taşıyarak virüsü yaymayacağımız anlamına gelmez. Bu yüzden korunma önlemlerine uymaya kesintisiz devam etmeliyiz. Ben aşılıyım diyerek maskesini çıkaranlar, girdikleri kalabalık ortamlardan virüsü alıp taşıyıp sonra da yakınlarına bunu bulaştırabilirler. Kendisi aşı ile korunmaktadır ama aşı onları taşıyıcı olmaktan koruyamayabilir. Bu da fark etmeden ve istemeden bulaştırdığımız kişilerin hastalanması ve hatta ölmesi ile vebalimiz olacaktır. Tanımadığımız kişilere ne zarar verdiğimizi görme şansımız olmayabilir yok sayabiliriz belki.. Peki evimizin içindeki en sevdiklerimize zararımız dokunursa? Aşısız dolaşarak çocuğunuzun, anne babanızın, kardeşlerinizin, eşinizin ölümünden sorumlu olabileceğinizi biliyor musunuz?
Bana aşı yaptıralım mı diye soranlara şunu söylüyorum… “21.yy da “üçüncü dünya ülkesi insanı” gibi virüsün sebep olacağı hastalığından ölmektense, “gelişmiş bir ülke insanı” olarak varsa aşının bendeki tesadüfi etkilerinden ölmeyi tercih ederim.”
Bir ülkenin gelişmişliğini anlamanın en iyi yollarından biri o ülke insanlarının neden öldüklerine bakmaktır.
Tercih sizin… Ya aşı ya ölüm.