Toplumların Musibetleri
Osman Utkan
Felaketi çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum olarak tanımlayabiliriz. Felaket deyince hemen akla gelen genelde sel, dolu, yangın, deprem ve kasırga olmaktadır. Bir toplum için bunlar ciddi sorunlardır. Bu nedenle de bunlara yönelik tedbirlerin alınması elzemdir. Bu tarz felaketler için ülkeler ve şehirler planlamalar yaparak olası bir krize karşı hazırlıklar yapılır. Önceden oluşabilecek afetler için duyurular ve haberler hazırlanır. Felaket sırasında nasıl davranılacağına dair bilgilendirmeler yapılır.
Örneğin deprem en önemli felaketlerdendir. Ve biz dünyada önemli deprem ülkelerinden biriyiz. Bunun için depreme hazırlıklı olmak için ciddi adımlar atmaktayız. En başta inşa edilen evlerin dayanıklı olması için gerekli adımların atılması gerekir. Deprem öncesi deprem sırası ve deprem sonrası için planlar hazırlanır. Kitle iletişim araçlarından, sosyal medyadan bilgilendirme çalışmaları yapılır. İlkokuldan itibaren bireylere birçok platformda konuya dair eğitimler verilir.
Musibet de felaket kavramına yakın bir anlama sahiptir. “Beklenmedik bir zamanda gelen kötülük, sıkıntı veren durum veya uğursuzluk” olarak ifade edilebilir. Musibet denilince aklımıza deprem, sel gibi afetler gelmez. Daha çok sanki insanlara verilen bir bela gibi düşünülür. “Allah belamızı vereceği zaman musibet gönderir.” şeklinde ifade edilebilir.
Örneğin geçmiş dönemlerde başlarına taş yağan ve helak olan kavimler buna örnektir. Küresel ya da bölgesel çapta olan Nuh Tufanı, Salih ve Lut peygamberlerin kavimlerinin değişik şekillerde helak olması buna örnek olarak verilebilir. Daha anlaşılır kılmak için musibeti Musa peygamberin kavmine gelen musibetler sıralanabilir. Konuya dair Araf Suresi, 133. Ayet “Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.” bunlara örnek olarak sayılabilir.
İşin bir de toplumsal boyutta felaket ve musibet kısmına bakmakta yarar olacaktır. Günümüz dünyasında güvensizlik ve korku musibetleriyle karşı karşıyayız. Karşılaştığım insanlarda sohbetlerimizde bu iki musibetin öne çıktığını görüyorum. Korkunun ve güvensizliğin her şeye ve herkese karşı çoğalarak arttığının da altını çizmeliyim. Güvensizliğin, korkuyu; korkunun da güvensizliği pekiştirdiğini düşünüyorum. Şimdi toplumdaki bu güvensizlik bazı örnekler üzerinden muşahhaslaştıralım biraz.
Bizler yakın tarihin özgür çocuklarıydık. Mahallemizde ve şehrimizde herhangi bir korku ve endişe duymadan oyunlar oynar, gezer tozardık. Ne bizlerin ne de ailelerimizin aklına bir fenalık ve kötülük gelmezdi. Ancak şimdilerde çocuklarımızı kendi başlarına okula, çocuk parkına ya da bakkala tek başlarına gönderemez olduk. Çocuklarımız dört duvar arasında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmıştır. Bu durum musibet değil de nedir Allah aşkına!
Geçen günler ÖSYM sınavında görevliydim. Sınava gelmeyenlerin kalemlerini binadaki çocuklara vereyim diye aldım. Binaya geldiğimde karşılaştığım dedesiyle birlikte bir çocuğa rastladım. Kendisine kalem hediye edebileceğimi söyledim. Yanında dedesi olduğu halde çocuk korku dolu gözlerle bana baktı. Dedesinin ısrarı üzerine kalemleri almış ve sevinmişti. Çocukların dünyaya ve insanlara karşı yaşadıkları bu korku ve güvensizlik musibet değil de nedir Allah Aşkına!
Bizim inancımızda çocukların başını okşamak sevaptır. Hele yetim çocukların başını saçını okşamak onların sevgi ihtiyacını ve dokunma duyusunu tatmin ettiğinden dolayı tavsiye edilmektedir. Ama geldiğim zamanlarda çocuklara yönelik yaşanan onca istismar olaylarından sonra çocukların başına dokunamaz olduk. Kendi çocuklarımızdan başka çocukları sevemez olduk. Çocukları dahi sevemediğimiz şu fani dünyada musibet olarak başımıza taş yağmasını bekliyorsak daha çok bekleriz.
Altınbaş Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada kadınlarımızın %93’ü tacize uğradığı belirtilmektedir. Lise ve üniversite çağlarında bir kızımızın okula gidip gelirken bir yolla tacize maruz kaldıklarını biliyoruz. Kız çocuğumuz okuluna giderken “Acaba bir sıkıntı yaşar mıyım?” diye derde düşüyor. Anneler kız çocuklarının ardından “Acaba kızım sıkıntısız bir şekilde okuluna vardı mı?” diye kaygılanıyor. Farklı şehirlerde okuyan kız çocukları ile anbean iletişimde olan ve çocuklarının güven içerisinde olduğunu bilmek isteyen bu anlamda korku yaşayan anne babalar var. Ebeveynlerin ve kız çocuklarımızın bu hali bir toplum için musibet değil de nedir Allah aşkına!
Annelerimiz, teyzelerimiz, halalarımız akşam saatlerinde bir markete, bir hastaneye, bir misafirliğe dahi gidecek olsalar bin bir türlü korku yaşamaktalar. İslam toplumu güven toplumudur. Herkesin elinden ve dilinden emin olduğu toplumlar olmalıydın oysa. Kadınlarımızın mahallesinde ve şehrinde korkmadan emin olarak yürüyemediği bir yaşam musibet değil de nedir Allah aşkına!
Felaket, afet ve musibetlerden dersler çıkarmak gerekir. Bunlar için tedbirler alarak kendimizi ve ehlimizi korumamız gerekir. Bizler dünyada yaşanan fiziksel afetlere karşı ciddi tedbirler alıyoruz. Ancak toplumsal afetlere ve musibetlere karşı hiç tedbir almadığımız aşikâr. Asıl bizi yok edecek ve sonumuzu getirecek olan felaketler ve afetler de bunlardır.
Geçenlerde bir dost yarı ciddi yarı şaka, “Başımıza taş yağacak.” dedi. Dedim ki “Şu haldense taş yağsaydı daha iyiydi.”