Şehirlerin dili -7
Osman Utkan
Amin Maalouf “Ölümcül Kimlikler” kitabında kimliği “Sen kimsin?” sorusuna verilen cevap olarak tanımlanıştır.
Bir insan kendisini bir kelime ile ne olarak görüyorsa kimliği odur. Bir kişinin birden fazla kimliği olabilir. Öncül kimlikler ikincil kimlikler şeklinde sıralanabilecek olan kimliklere sahip olunabilir. Cüzdanlarımızda asıl niteliğinde kimliğim dışında birçok bizi tanıtan kimlikler olabiliyor bu anlamda. Örneğin vatandaşlık kimliği öncül kimlik iken kurum kimlikleri ikincil kimliklerdir.
Şehirlerin de tıpkı ne olduklarını belirten kimlikleri vardır. Ve şehirler kimlikleriyle öne çıkarlar.
Dünyada değişik ülkelerde değişik kentlerin öne çıkan kimlikleri vardır. Örneğin New York, ticaret; Pekin sanayi; Paris, turizm; Milano, moda; Roma, tarih; İstanbul, kültür sanat ile öne çıkan kimliklere sahiptirler.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kimlikleri ile öne çıkan kentlerimiz vardır. Ticaretiyle Kayseri, sanayisiyle Kocaeli, maneviyatıyla Konya, turizmiyle Antalya öne çıkan şehirlerimizdendir.
Bu anlamda şehirlerin kimlikleri, kentin algısını etkileyen bir niteliktedir. Bu kimlikler şehrin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısından etkilenmektedir. İçinde yaşayan insanların yaşam biçimleriyle şekillenmektedir.
Geçmişten günümüze kadar birikerek gelen kent kimlikleri, kendilerine haz özellikler barındırmaktadır. Nasıl ki insanlar doğduklarında karakter özellikleri barındırıyorsa sonradan toplumları ve çevresel unsurlar tarafından kimlikleri şekilleniyorsa, şehirler de benzer süreçlerden geçerek kimliklerini inşa ederler.
İnsanlar en kadar birbirine benzeseler de aslında birbirlerinden birçok noktada farklıdırlar. Şehirler de kendilerine özgü olan özellikleri ile diğer şehirlerden farklılaşırlar. Şehir kimliğini öne çıkaran özellikler bulunmaktadır. Coğrafi yapı, sosyal ve kültürel faktörler, tarihi mirası, doğası, yaşam biçimleri ve iletişim tarzı şehir kimliklerinde belirleyici özellikler olabilmektedir.
Şehirler yaşayan bir organizma gibidir. İnsan gibi düşünebiliriz aslında. İnsan doğar yaşar ve ölür. Şehirler de kurulur, büyür, gelişir kimlikler inşa ederler ve sonra da yok olurlar. Şehirlerin yok oluşları kimliklerini kaybetmeleriyle olmaktadır, diyebiliriz. Kimliklerini kaybeden şehirler ruhunu da kaybetmektedir ne yazık ki!
Yukarıda anlatılanlar ışığında şehirlerimizin çoğunun kimlik bunalımı yaşadığı görülmektedir. Tarihi mirasın, kadim şehirlerimizde hoyratça tahrip edildiğini görmekteyiz. Yıkılanların yerine estetiği, sanatı ve ruhu olmayan yapılar inşa edilmektedir. Selçuklu şehri diye bildiğimiz birçok şehrimizde Selçuklu mimarisine dair yeni yapılan bir tek bir eser dahi bulunmamaktadır. Osmanlı şehirleri olarak öne çıkan şehirlerimizde de bu durum aynıdır.
Tarihsel süreç içerisinde yoğrulup gelen şehir kültürümüz terk edilerek gerçekleşen yapılaşmalar, şehirlerimizi kimliksiz hale getirmeye devam etmektedir. Osmanlı veya Selçuklu şehirlerinde bulunan tarihi mahalleleri gitmiş, yerine yüksek, soğuk ve ruhsuz binalarla dolu muhitler gelmiştir. Şehirlerin merkezlerinde gerçekleşen kentsel dönüşüm çalışmaları ile şehirlerimizin hüviyetleri alaşağı edilmektedir. Estetikten yoksun bu binalar, şehirlerin kalbine saplanan birer hançer mesabesindedir.
Geçenlerde Yeşil Bursa ile ilgili gördüğüm eski ve yeni Bursa’ya dair iki fotoğraf kalbimi sızlattı. Şehirlerin kalbine saplanan hançeri net bir şekilde orada görmek mümkündür. Üzülerek ifade etmek gerekirse Bursa’daki bu durum diğer şehirlerimizde çok farklı değil. Yüksek gökdelenlerle dolu olan şehirler bizim şehirlerin, bizim şehirlerimiz olduğunu düşünmüyorum.
“Bu günümüzden mimari anlamında gelecek yüzyıllara bize dair ne kalacak” diye soruyorum kendime. İnsanlar gelecekte Konya’da, Kayseri’de, Erzurum’da ve Sivas’ta Selçuklu dönemi eserlerini bileceklerdir. Ancak mimari eser olarak bugünümüze dair hiçbir eser gösterilemeyecektir. Osmanlı şehirlerinde de gelecekte, bugüne dair yapılar olmayacaktır. Yine yüzyıllar sonra Osmanlı’nın eserleri ayakta duracaktır. Şehir kimliğini koruyan kentlerin bugünlerini, geleceğe taşıyacakları aşikârdır. Aksi halde şehirlerin bu yüzyılı kayıp olup gidecektir.
Bu mimari, medeniyet fikrinden ve alt yapısından yoksun yönetimlerin eseridir. Bir babayiğit yönetici çıksa da “Biz tarihimize ve medeniyetimize uygun mahalleler, semtler ve şehirler inşa edeceğiz” dese bir çığır açmış olacaktır. Bu anlamda belki modern olarak planlanmış bir Osmanlı Mahallesi ya da Selçuklu Mahallesi ile başlanabilir. Böyle bir mahalleye talipli çok olacaktır diye düşünüyorum.
Şehirler kimliklerini arıyor. Şehirler “Ben kimim” diyor. “ Ne olur bana kimliğimi tekrar verin” diyerek adeta feryat etmektedir. Aslımıza rücu etmek zorundayız. Tarihimizden ve medeniyetimizden bize tevarüs eden kadim şehirlerimizi geleceğe taşımak için onları kimlikleriyle ve ruhlarıyla korumalıyız.