Şehirlerin Dili – 6 – Yönetim binaları ve iletişim
Osman Utkan
Mimari yapılar bizlerle her zaman sözsüz iletişim kurmaktadır. Mekânların fiziksel özellikleri insanların onlarla olan iletişimlerini etkilemektedir. Mekânların büyüklükleri, biçimleri, kokuları, renkleri ve aydınlatmaları gibi hususlar bireye önemli mesajlar vermektedir. Bu anlamda her yerin ve her mekânın kendine özgü bir iletişim tarzı bulunmaktadır. Mekânlar duyu organlarına ve bedene göre şekil bulmaktadırlar. Beş duyu organı ile algılanan mekânlar, insanlarla etkileşim ve iletişim içindedir.
İnsan bir mekâna girdiği zaman bütün benliği ile mekânın fiziksel yapısıyla etkileşime girmektedir. Kimi zaman girdiği yerde ruhu daralmakta, kimi zaman ferahlamaktadır. Yerine göre kişi, bazen olduğu yeri sevmekte bazen de sevememektedir. Bazı yerler korkunç gelirken bazı yerler ise güven vermektedir. Bazı yerlerde baskı hissederken insan, bazı yerlerde baskın hisseder kendisini. Örneklendirmek gerekirse camilerin bol ışıklı ve aydınlık olması bireyi ferahlatırken, özellikle orta çağ kiliseleri ise aydınlığın az olması nedeniyle kasvetlidir. Kiliselere giren bir kişinin ruhunun daralması ondandır. Aynı zamanda dönemin toplum üzerindeki baskısını anlatmak açısından da kiliselerin bu skolastik anlayışa hizmet edecek şekilde bina edildikleri söylenebilir. Meyhanelerin loş ışıklı olması kasvetli ruh halini beraberinde getirir. Yeşillikli, manzaralı ve aydınlık bir yerde ise insan mutlu olmakta ve oradan ayrılmak istememektedir.
Sözsüz iletişimi mimari yapılar açısından değerlendirmek, konuyu daha anlaşılır kılmak noktasında fayda sağlayacaktır. Bu minvalde Doğan Cüceloğlu Hoca, ‘Yeniden İnsan İnsana’ adlı eserinde, yasa yapıcı ve yönetim kurumlarının binaları, görkemli ve büyük yapılardan oluşmakta olduğunu vurgular. Buralar saygı ve korku duygularını öne çıktığı yapılardır. İnsanlar bu gibi kurumlara gittikleri zaman, ortamdan kaynaklı olarak kendilerini rahat hissetmezler. Çünkü yapının fiziksel özellikleri, kişiye baskı yapan ve otoriter olmayı beraberinde getirmektedir.
Söylenenlere anti parantez açarak, buraya bir şerh düşelim. Osmanlı’da kuruluş ve yükselme dönemlerinde yönetim yerlerinin mütevazı olduğu görülmektedir. En bariz örneği ise Topkapı Sarayı’dır. Buna mukabil bu dönem sultanları ise görkemlidir. Ancak Osmanlı’nın gerileme dönemi yönetim yerleri ise ihtişamlıdır. Bu dönem sultanlarının çoğunluğu ihtişamlı değildir. Burada mekânlardan öte insanların vakarı ve görkemi önem arz etmektedir. Elbisesinde onlarca yaması olan Hz. Ömer’in adını duyan Bizans’ın komutanlarının tir tir titrediklerini de not düşelim.
Bu görkemli yapıların İçerisinde kullanılan renklerin sıcak olmasından ziyade soğuk renkler olduğu görülür. Kahverengi tonlarda ahşap desenlerin yoğunlukla kullanıldığı bu yerler sıkıcı ve boğucu olmaktadır. Çünkü kahverengi gibi koyu renkler insanlara “Çok uzun durma buralarda” demek ister gibidir. Koyu renklerin mekânlarda kullanılması ağırlık ciddiyet olarak yorumlanmasının yanında aynı zamanda kasveti de içinde barındırdığı düşünülmelidir. Zaten “Ziyaretin makbul olanı kısa olanıdır.” yazıları ile de kör göze parmak misali ziyaretçilere hatırlatma yapıldığı da olmaktadır.
Devlet kurumlarına girildiği andan itibaren verilen ilk mesaj: “Ey vatandaş sen artık evinde ya da köyünde değilsin. O halde ona göre davran” şeklinde verilmektedir. Vatandaşların büyük ve karmaşık yapılar içerisinde kafalarının karmaşıklaşması yoluyla devlet işlerinin çetrefilli olduğu ve bir kişinin kendi başına işlerin içinden çıkamayacağı inancı pekiştirilir. Ve insan resmi kurumlara karşı çaresizlik içerisinde kalmaktadır. Yönlendirme ve danışmanlık hizmetleri konulsa dahi bunların yeterli olmadığını belirtmek yerinde olacaktır.
Resmi kurumlarda mekânın soğuk ve iticiliğinin yanı sıra resmi görevlilerin de mekânla uyuşan iletişim tarzları da bu kanıyı pekiştirmektedir. Asık yüzlü, çatık kaşlı ve sert sözlü devlet görevlileri gelen giden vatandaşı azarlayarak mimariye uygun davranışlar ortaya koydukları görülmektedir. Bu durumlarda devletin gücü ve kudreti karşısında aciz kalan vatandaş, boynunu bükerek itaat etmek durumunda kalmaktadır.
Oysaki halkla ilişkiler açısından resmi kurumların iletişim ve etkileşimi kolay kılan yapılar olması önemlidir. Kapıdan içeriye girildiği andan itibaren bireye hizmet etme anlayışıyla hareket eden görevliler ve mimari tasarımla karşılaşmak her yurttaşın hakkıdır. Bu yaklaşım Osman Bey’in kayın babası, gönül ve ilim ehli Şeyh Edebali’nin yaklaşımıdır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” tavsiyesinin can bulmuş halidir.