Şehirlerin dili -4-
Osman Utkan
Bütün şehirlerimizde görmeye alışkın olduğumuz bir manzara da evlerin ve binaların birinci katlarının demir parmaklıklarla örülü olduğudur. Bu durum bize şehirde güvenliğin olmadığını gösterir. Her tarafı demir parmaklıkla kapatan insanlar yaşadıkları şehirde kendilerini güvende hissetmemektedirler. Bu demir parmaklıklar bizlere şehir hakkında söyle konuşur: “Bu şehirde güvenlik yoktur. Evinizi ve kendinizi koruma altına alın. Başınıza olumsuz bir iş gelmesin.”
Evlerde ve binalardaki bu güvenlik sorunu aynı şekilde villalarda da geçerlidir. Villaların etrafında yüksek ve mukavemetli beton duvarlar örülmektedir. O duvarların üstüne tel örgüler ve onların üstüne de kesici hapishane telleri ya da diğer ismiyle NATO telleri örülmektedir. Yetmezmiş gibi güvenlik kamera sistemleri konmaktadır. Bahçede güvenlik amaçlı bulunan köpekler de cabası. Bu durum bizim acınacak halimizdir. Bu toplumun güven toplumu olmaktan çıktığının göstergesidir.
Bir İsviçre gezisi sırasında Saffet Köse Hoca, Alplerde villaların büyük bir kısmının camdan yapıldığını ve etraflarında duvarların demir tellerin ve örgülerin olmadığını görünce şaşırmıştır. Aklına Türkiye’deki korunaklı ve demir parmaklı binalar, evler ve villalar gelmiştir. Hâlbuki bizler İslam toplumuyuz. Bizler elinden ve dilinden emin olunan insanlar olmalıydık.
Esnaflarımızın dükkânlarında almış oldukları güvenlik tedbirlerinin üst düzeyde olduğu görülmektedir. Kullanılan kepenklerin darbelere dayanıklı olmasına özen gösteriliyor. Olası bir hırsızlık durumuna karşı bu kepenk sistemlerine ek olarak güvenlik kameraları da devreye alınıyor. Ne yazık ki emniyet güçleri esnaf ziyaretleri yapıp, vatandaşların olumsuzluklara karşı güvenlik kameraları takmalarını istemektedir.
Çocukluğumda çarşı merkezdeki esnaflar derme çatma tahtadan kapılar ya da tenekeden ibaret olan kepenkler kullanırlardı. Mesai saatlerinde esnaf namaza ya da bir yerlere gittiğinde dükkânlarını öylece bırakıp giderlerdi. Dükkânda kimse olmamasına karşın, herhangi bir olumsuz hal yaşanmıyordu. Güven toplumu olan bir şehirde idik. Günümüze geldiğimiz vakit, aradan çok yıllar geçmemesine rağmen bu kadar tahribatın olması düşündürücüdür.
Saffet Hoca’nın İsviçre gezisinde dikkatini çeken bir diğer durum ise, meyve ve sebze bahçelerinin kenarlarında bırakılmış teraziler, ürünlerin fiyatlarının yazılı olduğu tarifeler ve küçük bir kumbaralar olmuştur. Bahçe sahiplerinin olmadığı bu yerlerde insanlar, ürünlerini topladıktan sonra tartarak ne kadar tutuyorsa kumbaralara atıyorlarmış. Bu örnek karşısında bizim toplumda esnafın durumu ve güvenlik tedbiri çabalarını düşününce kahrolmamak elde değildir.
Yukarıda çocukluğum zamanlarında değindiğim üzere, bizler millet olarak güven toplumu idik. Bu durum 30-35 yıl öncesine kadar böyle idi. Şimdilerde ise şehirlerimizde birbirimize güvenmez olduk. Şehirlerimiz bu durumdan şikâyet ederek “Yeter artık bu kokuşmuşluk bu çürümüşlük! Lütfen kendinize gelin! Yaşanmaz hale getirdiniz şehirleri!” diyerek feryat etmektedir.