Şehirlerin Dili -3-
Osman Utkan
Şehirlerdeki betonlaşma ve yüksek yüksek binalar da bizlere lisan-ı hal ile bir şeyler anlatmaktadır. Yüksek katlı gökdelenlerin istila ettiği şehirlerde yeşil alanlara yer ayrılmadığı görülmektedir. Yolların yetersiz olmasından kaynaklı trafik çok kötü haldedir. İnsanların küçücük evlerde yığınlar halinde yaşadığı bu yapılaşma içerisinde nefes almak bile zorlaşmaktadır.
İngiltere’de sanayi devrimi ile beraber fabrikalarda çalışan insanların barınma sorunlarını çözmek için küçük metrekareli dairelerden oluşan binalar inşa etmişlerdir. Gelir düzeyi düşük insanların tercih ettiği binalardı bunlar. Gelir düzeyi yüksek olan kesimler ise binalardan çok müstakil konutlarda yaşamlarını sürmektedirler.
Bizim ülkede bu durumun tersi gerçekleşmiştir. İlk anda yapılan yüksek katlı evleri daha çok gelir düzeyi yüksek olan insanlar tercih etmişlerdi. Müstakil evlerde ise gelir düzeyi düşük insanlar yaşamaktaydı. Şimdilerde ise binalarda yaşayan insanlar villalara taşınmaya başladılar. Gelir düzeyi düşük insanlar ise küçük olan deyim yerindeyse “kuş evi” gibi olan dairelerde hayatlarını sürmektedirler.
Uydu kentlerde, gökdelenlerle dolu olan şehirlerde insanlar adeta modern köle olarak yaşadıkları görülmektedir. İnsanlar daha gün ağarmadan yollara düşüyorlar. Gün boyu durmadan dinlenmeden çalışıyorlar ve gün karardığında ancak evlerine yetişebiliyorlar. Saatlerinin çoğunu yolda izde geçirerek harcıyorlar. “Karın tokluğuna çalışmak” demek isterdim ama o bile değil ne yazık ki! Buralarda yaşayan ve çalışan insanların sermaye nezdinde değeri, neredeyse yoktur. Aynı zamanda bu mahallelerde insan hayatının ve insanın konforunun düşünülmediğini söylemek mümkündür.
Değişik sebeplerde uğradığım şehirlerin çoğunda çocuklar için parkların ve oyun alanlarının yeterli miktarda olmadığını gözlemledim. Binaların arasında oyun alanı olmadığı için, oynamak zorunda kalan çocukların tehlike ile karşı karşıya oldukları bir gerçektir. Binaların her yeri istila ettiği şehirlerimizde yeşil alanların hemen hemen hiç kalmadığını üzüntüyle görmekteyiz.
Şehirlerimizde temiz oksijene hasret bir şekilde yaşamaktayız. Sularımız içilecek gibi değil artık. Toprağa dokunmak, elektrik atmak artık mümkün gözükmüyor. Temel elementleri (hava, su, ateş, toprak) hoyratça tahrip ediyoruz. Bu durum şehirlerimizde insanlarının rahatının, sağlığının ve psikolojisinin hiçe sayıldığının göstergesidir.
Betonlaşmış şehirler bizlere, “Bizim buraların çok yaşanacak hali yok. Fırsatını bulabilirsen toprağına geri dön” mesajını vermektedir. Âşık Veysel gibi diyelim o halde: “Benim sadık yârim kara topraktır…”