Ölümü öldüren şehirler
Osman Utkan
Bundan 20-30 yıl öncesine kadar ölüm hayatımızın bir parçasıydı.
Yakınlarımız -özellikle yaşlılarımız- vefat ettiğinde ailelerinin ve sevdiklerinin yanında hayata gözlerini kapatırlardı.
Onlar hayatlarının son anlarını, eş ve dostları ile helalleşerek ve onların yanında okunan Kuran’la geçiriyorlardı.
Son gördükleri şey ise genelde sevdiklerinin yüzleri olurdu. Ölmekte olan kişinin yakınları da onların ellerinden tutarak manevi destek olurlardı.
Kişi vefat ettiği zaman naaşı ailenin içerisinde, yakınlarının yanında olurdu.
O sıra salonda yatan mevtanın üzerinde ağıtlar yakılırdı. Cenaze bu sırada yüzü açık çenesi bağlı ve karnının üstünde bir bıçak olacak şekilde beklerdi.
Ölüm hiç olmadığı kadar hayatın içindeydi.
Sonra cenaze mahalledeki camide ya da evde yıkanır ve sonrasında kefenlenirdi. Akabinde şehir merkezindeki merkez caminin ya da diğer ismiyle Ulu Caminin musallasına konulurdu.
Cenazeler genelde şehir merkezindeki camilerden son yolcuğuna uğurlanırdı. Çoğunlukla öğle namazına müteakip cenaze namazları kılınırdı.
Ama cenaze öncesinde camiye getirilir ve namaz öncesi musallaya konurdu. Şehrin esnafı ve şehirde işi için bulunan köylüler ve çiftçiler musallada yatan tabutu görür ve dualar okurlardı.
Vakit namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra cenaze omuzlara alınarak şehir merkezindeki mezarlığına götürülürdü.
Şehrin ana caddesinden yol alan cenazeyi görenler ayağa kalkar fatihalar okurlardı. Yol boyunca cenazeyi ve kalabalığı görenler böylece sıklıkla ölümü hatırlamış olurlardı.
Hemen hemen her gün de bir cenaze olurdu.
Türk-İslam şehirlerinde mezarlıklar şehrin merkezinde konumlandırılmıştır.
Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı şehirlerine dikkat edilirse mezarlıkların şehrin göbeğinde olduğu görülür.
Bundan maksadın ölüm ve hayatın bir ve bütün olduğunun vurgulanmak istenmesidir. Yani hayat ve ölüm ayrılmaz iki parçadır. Şehirlerimizde merkeze konumlanan mezarlıklar sayesinde ölüm gerçeği sürekli göz önünde bulundurulmuştur.
Bu durum Hz. Muhammad’in “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü sıkça hatırlayınız” hadisinin şehirlerde net bir uygulaması olarak değerlendirilebilir. Yahya Kemal’in “Biz ölülerimizle yaşarız” sözünü, şehirlerin göbeğinde yerleşmiş olan mezarlıklarımız en şekilde açıklamaktadır.
Gel gelelim ki şimdilerde ölümü hayatımızdan uzaklaştırmış haldeyiz.
Mezarlıklarımızı şehrin dışına bir yerlere taşıdık. Artık günümüz dünyasında mezarlıklar, yol geçmez kervan geçmez yerlere yapıldı.
İnsanların bayramdan bayrama uğrayabildikleri yerler haline geldi. Merkez camilerde kılınan cenaze namazlarının yerini, mezarlıkların yanında yapılan camiler aldı.
Cenaze namazları da bu camilerde kılınmaktadır. Bu durum işi kolay kılmasına rağmen ölüm olgusunun şehirlerden çıkarılmış olduğu gerçeğini yok edemez.
Aile içerisinde son anlarına kadar kalan insanlar günümüzde, hastanelerde son nefeslerini vermektedir.
Bir teknisyenin insafına bırakılan yakınlarımızın ellerinden tutamamakta ve onların başında dualar edememekte ve kuran okuyamamaktayız. Ölümden sonra da morglarda bekletilen cenazelerimizi görememekteyiz.
Şehirden uzaklaştırılan ölüm aileden de uzaklaşmıştır ne yazık ki!
Yaşanan bu değişimdeki en önemli husus, acıya şahitlik etmek ve o acıyı paylaşmakla ilgili değişimdir.
Ölümün öldürüldüğü günümüz kapitalist dünyasında hazlar öne çıkarılmaktadır. Yani hayatın içerisindeki acılar, ölümler veya insan hayatındaki zor dönemler bilinçli olarak saklanmaya çalışılmaktadır.
Bu anlamada şehirlerimizin insani olan bütün halleri unutturmayacak şekilde tasarlanması önemlidir.
Ölümün de hayatın bir parçası olduğunu bizlere hatırlatacak şehir planlarına ihtiyaç vardır.
Ölümü sıkça hatırlatan şehirler, huzurlu ve güvenli olacaklardır kanaatimce.