10 milyondan çok emeklinin olduğu ülkede ben dahil tüm emeklilerin daha iyi bir maaş almak için çağrı yaptığı bir esnada, özel bankaların maaşlarımızı kendilerine taşımamız halinde ödeyecekleri promosyonu artırması, banka önlerinde yaşanan kuyrukların ekmek büfelerinin önündeki sıraları aratmadığı ülkede hayatta olduğu öne sürülen ve cumhurun daha iyi bir yaşam sağlaması için adına cumhuriyet denen sistemin 100’uncu yıl dönümü için söylenen onca söz, atılan onca hazır kalıp mesajlar ne kadar anlamlı bilmiyorum...
Çünkü cumhuru bir hayli zorda olan, adaletin, hukukun yerlerde olduğu söylenen bir ülkede cumhuriyetin sözlük anlamını bile Cumhur'a yani halka çok gören bir anlayışın insan hakları denildiğinde Diyarbakır Sur’da sokağa çıkma yasakları sırasında kimin, hangi silahın, bombanın, aracın öldürdüğü ortaya çıkmayan Hakan Aslan’ın kemikleri 7 yıl sonra bir torba içerisinde babasına teslim ediliyor.
Yani cumhur, Ali Rıza Arslan'a oğlu Hakan Arslan’ın kemiklerinin, 7 yıl sonra verilmesi acısını yaşarken, kayıp çocuklarının kemiklerini bile göremeyen cumartesi anaları gibi çocuğuna ağlıyor ve bu iki acı haber diğer bir haberi yani, “Kar yolları kapattı, Muharrem'in yüksek ateşi de düşmedi. Telefonla sağlık yardımı istediler, yardım ulaşmadı. Muharrem Taş imkansızlıktan yaşamını yitirdi. Babası sırtında 16 kilometre boyunca oğlunun cansız bedenini taşıdı, duyanların yüreği yandı.” haberlerini hafızalarda tazeletiyor.
Çiftçiye ve bir çok ihtiyaç sahiplerine çok kolay kredi veren (Halk Bank işbirliği ile) başta Deniz Bank olmak üzere, diğer bankalar, ‘sorsan devlet desteği’ ödenmeyen taksitlerden dolayı destek adı altında adeta köstek olmak istercesine, mağduriyet yaşayan vatandaşa hacze gidiyorlar. Tarım aletlerinin yanı sıra tarlası, çayırı hatta tezeğine bile icraya gidip, haczedildiğini öğreniyor, haber yapıyor ama kimseye duyuramıyoruz. Korona’dan daha büyük bir küresel salgının ( kıtlık savaşları) yaşanılacağı söylenen şu günlerde, mağduriyet giderme adına Kredi verip daha beter mağdur ederek bizi sebzeye meyveye kavuşturacak toprağın ve tarım aletlerinin hacİz edilmesi hangi hakka vicdana sığar!
Tam da bunlar yaşanırken ve mevcut yöneticilerce genel bir affın ilan edilmesi beklenirken ülkenin kurucusu Cumhuriyeti ilan eden ekibin başı Atatürk'ün liderliğini ortaya koyan bir anısını anımsıyorum...
Yönetiminde yer alan idarecilerin bu anıları okuyup, okumadıklarını merak ediyor ve ders alınacak olan bu tür güzel anıların yaşatılması için neden adım atıp, cumhura yardımcı olmadıklarını düşünüyorum.
Bugünün şanına, devrin liderinden günümüz liderine ve halka gönderilecek en güzel mesajın Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın aklıma gelen anısı ile gönderme yapmak isterim.
100. yıl dönümünü kutladığımız bugün, Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk, dinlenmek için gittiği İstanbul’daki Florya köşkünden, yanında yalnızca şoförü ile bugün betonlaşan, gölünün ortasına olmasa da yatağına gök delenler, villalar dikilen İstanbul/Küçükçekmece’ye doğru giderken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görür. Çiftçinin sabanında koşulu olan öküzün yanında koşulu bir de Merkep vardır...
Şoförüne;
— “Arabayı Durdur.” der.
Arabadan iner. Tarlaya doğru yürür. Çiftçi kendisine doğru geleni görmüştür. Sabanında koşulu olan Öküzü ve Merkebi durdurur. Atatürk, yanına gelince,
“Kolay gelsin Ağa.” Der.
— “Sağ olasın Bey. Hoş geldin.”
— “Hoş bulduk Ağa. Yoldan geçerken dikkatimi çekti. Öküzün yanına merkep koşmuşsun. Hiç öküzün yanına merkep koşulur mu? Bunlar denk değil.”
Köylünün canı sıkkındır. Biraz da alınmıştır. Bezgin bir ses tonuyla,
— “Merkeple öküzün yan yana koşulmayacağını bilmiyom mu sanıyon bey. Sen bunu bana mı söylüyon?”
— “Kime söylemeliyim Ağa?”
— “Sen bunu git vergi memuruna söyle.”
—“ Vergi memuruna mı?”
— “He ya! Bu sene ürünüm kıt oldu. Vergi borcumu ödeyemedim. Dört gün önce vergi memurları öküzün birini, ‘Vergi borcunu karşılar. ‘ diyerek alıp götürdüler. Sattılar. Benim öküzün eşi sizin gibi beylerin sofrasına et, sucuk oldu bey.”
Atatürk, çok sinirlenmiştir. Alışkanlığı gereği kızdığı zaman kaşlarını çatmaktadır. Onun bu halini gören köylü,
— “Bana niye kaş çatıyon bey. Yalan söylediğimi mi sanıyon? Sana ne söylediysem hepsi doğru. Ben Küçükçekmece köyündenim. Muhtara sor istersen.”
Atatürk,
— “Neden Kaymakam Bey’e gidip durumu anlatmadın Ağa?”
— “Gittim bey.”
Köylü duraksamıştır. Bunu anlayan Atatürk, devam eder.
— “Kaymakam ne dedi?”
— “Git borcunu öde, dedi.”
— “Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.”
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.
— “Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.”
— “Halimden belli mi oluyor?”
— “He ya! Hem gitseydin bilirdin.”
— “Neyi bilirdim?”
—“ Kapıdaki Jandarmaların adamı içeri koymadığını, bey.”
Atatürk,
— “Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?”
Köylü gülümseyerek,
— “İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola.”
Atatürk, kızmıştır.
— “ Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?”
—“ O’nun da bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?”
Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.
— “Bunu kabul et ağa. Öküzün yanına bir eş alırsın, der.”
Elleri titreyen köylünün, elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür. Florya köşküne döner. Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker.
—“ Derhal Heyeti Vekileyi (Bakanlar Kurulu’nu) topla, İstanbul’a gel.”
Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya köşküne gelirler. Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Arabanın içinde sıra sıra dizilmiş Jandarmaların arasından Florya Köşküne gelen köylü, “Eyvah ben ne yaptım.” diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle, “ Beni takip edin efendim!” deyince içi biraz ferahlasa da çok korkmuştur. Adamı takip ederek büyük bir toplantı salonuna girerler. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Gözleri karamış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar.
— “Hoş geldin ağa. Gel yerin burada.”
Diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk,
— “Sakin ol ağa. Korkacak hiçbir şey yok.”
—“ Sağ ol Bey! Sağ ol.”
Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra,
— “Seni buraya niye çağırdım biliyor musun ağa?”
— “Hayır bey, bilmiyom.”
— “Dün bana anlattıklarını, bugün burada anlatmanı istiyorum. Ama bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz.”
Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle:
— “Beyler, ben çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu işi hemen halledeceksiniz.”
Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır.
“İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez..."
Dönemin eşsiz ve ebedi liderinin bir gecede çıkardığı bu yasa bugün uygulanıyor mu?
Bir gerçek var ki sıraya girip, biraz daha fazla promosyon almak için sıcağın altında bekleyen emeklinin, çoğunun emekli maaşına olmazsa da diğer borç ve haciz blokları dolayısıyla hesaplarını başka bankalara taşıyamadıklarını da öğreniyoruz hem de cumhuru perişan olan cumhuriyetin 100. yıl dönümünde...
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun Sevgili Okurlarım!
Zaferin tadını çıkaracağımız, daha nice yüzyıllara...