Yıl 1990’lar 12 Eylül cuntasının darbesini yeni yeni atlatıyor, toparlamaya çalışıyorum, bir zamanlar basın merkezi denen Cağaloğlu yokuşunda.
Girip terlemesem de adını alan sokakta yani devletin bütçesini oluşturan, bir lirasını almak için bin lira harcayan defterdarlığında bulunduğu Hamam Sokak’ta, sonradan bir kızımın adı olacak Yaprak Apartmanı'nın 5. katında halen bulunduğum, gazetecilik ile uğraşıp, bölgenin ilk ulusal gazete boyutunda, renkli gazete çıkarma uğraşındayım.
Aynı yokuşta Uğur Mumcu'lu Cumhuriyet Gazetesi, üyesi olduğumuz Basın Konseyi, onca ünlü, ünsüz kitapevi ve basım hane, çoğu ulusalcı 150 bilemediniz hala 500’ü bulamayan ve kendileri gibi düşünmeyenleri üye yapmayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve daha niceleri var.
Bir de benim gibi yok imkanlarla ve bir kitleye gazete çıkarmaya çalışan, çıkarmayı başarıp ülkede dünyada adından bahsettiren ama bir sokakta yürürken arkadan alçakça bir kuruşunla vurulup, öldürülen ve üzerine serilen gazetelere bakarken ayakkabısının altı delik olduğunu gördüğüm Hrant Dink...
Mevcut iktidarın, "Biz bulduk" diyemediği şeylerden olan internet teknolojisi daha gelişmemiş. Grafiği bir tarafta, montajı diğer sokakta, kalıpları aşağı sokakta yıkatıp bir başka semtte bulunan matbaaya götürüyorum gazete sayfalarını. Ağır makinalar döndükçe basılıyor tek tek bir araya gelen gazete sayfaları.
Bu kez katlamacıya, paketçiye ve hamallara taşıtıyorum. Hamallığını da kendim yaparak dağıtıma hazırlıyorum, 15 kenti içinde barındıran bölgenin ismini taşıyan Kuzey Doğu Anadolu Gazete'mi..
Ve bir gün son sayısının basımını yaptığım gazetemi yanıma alarak önce yokuşu iniyorum, sonra Eminönü'nde vapura binip, Harem'e geliyorum. Kocaeli/Sarımeşe’de ki evime gitmek için her zaman gidip geldiğim otobüs firmasını gözüm arıyor.
Görüyor, gidiyor biletimi alıyor ve binip yol alıyorum daha 6 torun 5 çocuk yokken. Yağmur kızım, Doğu oğlum ve Yaprak’ımı görmek için.
Günün yorgunluğu ile uykuya dalıyorum, bir anda çalan daha yeni çıkmış olan telefonlardan birinin de bende olduğunu yanımdaki ve etrafımdakilerin anladıklarını bakışları ve acı acı çalan zili ile yarım uykulu açıyorum.
Alo demeden karşıdaki ses tanıdık bir ses bana "Neredesin şu an?" diyor. Uyku sersemliği ile bir taraftan arayanın önemli bir dostum, iş adamı bu saatte ne işi olur derken diğer taraftan "Yoldayım Kocaeli'ne geliyorum abi." diyorum.
Karşıdaki ses devam ediyor "Ben de Kocaeli'ndeyim, seni ben aldıracağım. Benim arabam gelecek, otobüsü durduracak ve seni alacak. Şoföre söyle." diyor ve kapatıyor.
Kendime gelip ne oluyor diye sorarken durduğunu fark ediyorum ve tanıdığım adamın arabasının otobüsün önünde 4’lüleri yakıp inmemi beklediğini anlıyorum. Toparlanıp iniyorum. Patronun gönderdiği arabaya biniyorum ve Gürcülerin etkisindeki Kocaeli'ne o zaman bir hayli revaçta olan Kocaeli Spor Tesisleri’nin yanındaki Kocaeli’nin yanı sıra ülkenin ilk AVM’lerinden olan binaya giriyorum. Patronun makamına çıkıyor sorunun ne olduğunu öğrenmeye çalışıyorum.
Dost mu? Dost.. İnsan mı? İnsan.. İş adamı mı? iş adamı olan bugün Allah rahmet eylesin dediğim İsamettin Akkurt konuyu uzatmadan beni de meraklandırmadan bir sohbetimizde benim gazetemin ismini taşıdığı Doğu Anadolu'ya günlük gazete çıkarma planını bana hatırlatıyor.
Ve o plan olmasa da Kocaeli'nde günlük gazete çıkarıp çıkaramayacağımı, kaça mal olacağını soruyordu.
Şaşkın bir halde "Çıkarırız abi ama şu kadar sermaye gerekiyor." diyordum ki dediğim sermayenin iki katını tutan bir gün yükselişi ile canımızı yakan dolarları masama koyuyor ve diyor ki; "Sana iki ay. Kocaeli'nin 3. Günlük gazetesini sen çıkaracaksın."
Hem de Mavi ve Kırmızı isimli iki günlük gazetesi olan ve kimse günlük gazete çıkaramaz denilen ama yok imkanlara karşın kurduğum ekiple gazetemi çıkarır çıkarmaz ilk sayılarından birinde 'bu yönetim anlayışınız yanlış, solculuk değil ulusalcılık hatta faşoluk' diye manşet attığım ve 'böyle giderse Kocaeli'yi muhafazakarlara kaptıracaksınız' dediğim Sefa Sirmen'in yönetiminde olan Kocaeli'ye yönelik.
Uzatmadan alıyorum paraları, çıkıp evime gidiyorum ve sabaha kadar uyuyamıyorum, 'acaba benden istenen gazeteyi çıkarabilecek miyim?' diyerek.
Ve sabahın ilk ışıklarında bindiğim kara trenle kendimi yeniden Cağaloğlu yokuşunda buluyor, 'Her yokuşun bir inişi var' diyerek çıktığım yokuşta bugün yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla batanlar gibi, Tansu Çiller’in 5 Nisan Kararları ile yayınını durduran Günaydın gazetesinin bilgisayarlarının satışa çıkarıldığı vitrinin önünde duruyorum. İçeri girip soruyorum ilk defa bizzat kullanacağım bilgisayarları ve bir gazetenin hazırlanması için gereken malzemeleri alıyor ödememi yapıyorum iki ay süre tanınan gazete hayalini gerçekleştirmek için iki günde alt yapı yapıyorum.
Ve yine iki ay dolmadan Kocaeli'nin 3. günlük gazetesini İstanbul/Avcılar'da bulunan dönemin basım imparatoru Asil Nadir’in matbaasında siyah-beyaz basıyor ve Kocaeli'ye getirip, YaySat aracılığı ile satışa sunuyor, bununla yetinmeyip, kent merkezinin üst geçitlerinde kız kardeşim Kıbrıs'la birlikte "Yazıyor, Yazıyor…" diye gazetemizi satıyoruz.
54'e dayanan hayatımda yaşanmış hikâyeyi niye anlattım?
Bilmem ama sanırım Demirel'in yerini bıraktığı ve 'Devlet İçin Kurşun Atan da Yiyen de..' diyen Tansu Çiller’in döneminde içişleri bakanı olan ve dağılmasında rol oynadığı ileri sürülen Refah Partisi- DYP koalisyonunun İçişleri Bakanlığı görevini üstlenen MHP'nin dışladığı, bizim Saffet Kaya gibi AK Parti'nin kurucularındayım deyip, ele bir şeyi olmadığı sonradan ortaya çıkan ve son olarak altılı masada kalkmasıyla seçim öncesi yaratılan O güzelim büyüyü bozan Meral Akşener'in geçtiğimiz gün adeta kendini yeniden yaratan Kılıçdaroğlulu CHP’ye karşı, bir o kadar da beklenmedik çıkışı mıydı bilemem..
Çünkü aynı benin o dönem Kocaeli'nde de gazete çıkardığım günlerde aynı Akşener, Demirel ve Çiller’den sonra Erbakan’ı da zorda bırakmış ve bugün Kılıçdaroğlu’na yaptığını onlara da yapmıştı.
İşte bu nedenle yakından tanıdığım ve sanırım unutulmaz komediye filmlerinden olan 'Süt Kardeşler' de Şener Şen, Kemal Sunal’a söylediği, 'Ben senin babanı da sevmezdim' diyebildiğim Akşener’i ben bu kadar tanıyorum...