Misafirliğe gittiğinizde aç olduğunuzu söylemek ayıp kaçar. Ev sahibi size yemek teklifinde bulunsa bile siz bir iki tokluk beyanında bulunmalısınız. Sonra ısrarların neticesinde ancak yemeğe oturabilir, karnınızı doyurabilirsiniz.
İhtiyaç sahibiyseniz ve size birisi sadaka yahut zekat verirse alsanız da almasanız da her halükarda biraz gururunuz incinir. İhtiyacınızın olduğunu söyleyip teşekkür ederek sevinç ve memnuniyetle hemen yardımı kabul etmezsiniz.
Hatta denmiştir ki, “Fakire vakar, zengine tevazu yakışır.”
Evet bu sözün bir yere basan haklı tarafı elbette var ama bundan öte demek istediğim şey insanın en temel ihtiyaçlarını açık etmesi hafiflik addediliyor.
‘Tok pozu veren aç insanlar’, ‘peşin satan görünümlü veresiye satanlar’, ‘konuyu anlamış görünen öğrenciler’ toplumumuzun içine işlemiş.
Bu nedenlerle kişileri ihtiyaçları üzerinden tanımak, bir yere koymak güçleşiyor.
Maddi, fiziki, biyolojik yani somut ihtiyaçlardan başka bir de soyut ihtiyaçlar var ki onların gizlendiği yerler daha karmaşık ve daha zorlu.
Babasını kaybeden bir çocuğun gözyaşlarını saklaması gibi, pişman olunan ama toplumsal beklentiyi akamete uğratmamak adına devam ettirilen bir ortaklık, partnerlik ilişkisi gibi…
İnsanların, bir topluma takdim ettiği gündemleri, bir de o gündemle perdelenmiş kişiyi asıl meşgul eden gizli gündemleri var.
İnsandır hem mahremiyet hem aleniyetle çevrelenmiştir muhakkak ama güçlü olmadan da güçlü gözükme isteği ve bunun gibi kendimizi olduğumuzdan farklı sergileyiş örneklerimiz hem bizi samimi muhataplardan uzaklaştırıyor hem de içimizle dışımız arasındaki makası daha da genişletiyor.
Öyle olunca da “mış” gibi davranışlarınıza “mış” gibi cevaplar, karşılıklar alıyoruz.
Samimiyet içi dışı bir olmaktır her şeyden önce ve dost, kardeş, sevgili her ne derseniz deyin kurulan tüm ilişkiler ölü doğuyor.
Gurur denen bileyi taşını durmaksızın bileyen bir bencillik de pompalanıyor sokaklara.
Bencillik gururu, gurur yalnızlığı, yalnızlık da ikircikli depresif yaşamları besliyor.