Günün belirli saatleri arasında bir işle vazifelenmek o işin gerektirdiği mesaiyi, o işin gerektirdiği beden ve zihin meşguliyetini o zamanlar içerisine hasretmek, bunun sonucu doğal olarak da mesai dışı zamanda fiziki ihtiyaçlarınıza ve en basit insani ilişkilerinize zamanın kalmış olması insanı çepeçevre saran köleliği yaşamış olmak demek değildir de nedir?
Hayatın en büyük, en verimli ve en güncel zaman dilimlerini maişet derdine tahsis edip arta kalan zamanı da o zaman dilimlerindeki hırpalanmışlığın pansuman saatleri olarak doğal ve mecburiyet icabı tahsis etmek...
Evet, hayatın başrolünü neye verirseniz hayatın yan rolleri de dekoru da figüranı, ışıkçısı da ona göre konum alıyor.
Pergelin iğnesi nereye batıyorsa çember de minval üzerinde dönüyor.
Pergelin çizen tarafı serbest bırakılmış, evet ama yuları çizdiği dairenin tam ortasında ve ipi uzun tutulmuş bir hayvanın bağlı olduğu bahçede bir o yana bir bu yana koşması ama ipin uzunluğuyla paralel bir kısıtlı özgürlüğün sahibi oluşuna benzeyen bir serbestiyet... Bu arada, garip ama ‘serbest’ kelimesi etimolojik köken itibariyle başı bağlı manâsına geliyor.
Kısıtlı bir özgürlük, evet bunun diğer adı da kısıtlı tutsaklık. İyimser ya da kötümser hangi tanımı kullanırsanız kullanın aynı şeyi söylemiş olursunuz.
İhtiyaçlara mahkûm edilen insan ihtiyaçlarını gidermek için bu sefer çalışmaya mahkûm edilmiş, buna bağlı olarak da uslu uslu evine gidip dinlenmeye, sonrasında da halihazırdaki düzenin sıhhatini temin için hırgür yapmamaya, sorgulamamaya mahkûm edilmiş.
Açmaya kalksak, buna bağlı olarak diye devam edilen zincirleme mahkumiyetler zinciri, uzar da uzar...
İnsanın insan olma yolundaki en büyük engeli çalışmanın mahkûmiyet derecesinde hayatımızın başköşesine yerleşmiş olmasıdır kanaatimce.
Çalışmak, evet ama çalışmayı kutsamak nedir?
Kutsanan şeylerin sorgulamadan muaf tutulmasını fırsat bilen hin bir el tarafından mı uyduruldu bu kutsallık mevzuu acaba demeden kendimi alamıyorum.
Kapitalizm düzeninin sıhhatini temin için yağlanan, kutsanan bir çark mıdır çalışmak?
Eleştirdiğimiz hayatta işgal ettiği yeri sorguladığımız kavramların yokluğu durumunda yerini nasıl dolduracağımızı ya da hayatın akışı içinde nasıl bir pozisyon vereceğimizi de bilmiyoruz esasen.
Yerine kullanacağımız ikame bir politikamız yok.
Evet, çalışmak her yerden fabrika bacalarının, anayolların, kavşakların, ışıkların, apartman ve plazaların fışkırdığı ikmal yollarının ihmal edilmeden açık tutulduğu, her sabah gün doğmadan sebze kamyonların giriş yaptığı doğadan uzak, doğaya muhtaç şehir hayatında çalışmanın farklı bir konum alışı mümkün mü?
Pedalları çevirmezsek bisiklet durur. Bisiklet durursa denge bozulur ve düşeriz korkusuyla pedallar dönüyor durmaksızın.
Düzde pedal, yokuşta pedal... Ah be birader bu yokuşun inişi yok mu ki, pedalsız akıp gidelim?
Her sabah alelacele birbirinin yüzüne bakılmadan yapılan kahvaltılar, yarım bırakılan çaylar, koşa koşa yetişilen kalabalık otobüs durakları, mutsuz makyajlı yüzler, her akşam yine aynı duraklarda sessiz yorgun yenilmiş kanıksamış kalabalıklar...
"Neyi fazla neyi eksik yapıyoruz"dan çok "neyi yanlış yapıyoruz" sorusuna muhatap bir hayat...
Aslında çözüme değil çareye muhtaç hayat.