Yorgun ahşap pencere her ne kadar soğuğu dışarıda tutamasa da harlı yanan göçmen sobası onun bu kusurunu telafi ediyor.
Pekâlâ içerisi bir fırın kadar sıcak ve yaşlı kadınla çocuk, o fırında uyuklayan hımbıl bir kedi kadar huzurlu.
Cereyanlar kesik. Işık olarak sadece maşanganın (kuzine) tavandaki şavkı var. Bu da çocuğa yeter zaten hayal kurmak için.
Dışarıda huysuz ve asabi homurdayan rüzgâr kimsenin umurunda değil.
İhtiyar kadın viks kutusunu arıyor yatağının kenarında el yordamıyla. Dizlerine sürecek.
Her şey var yatağının kenarında. Kolaycana, el yordamıyla, çarçabuk bulsun diye. İspirto şişesi, viks, kantaron yağı, cep sodası gibi bir köy evinde bulunabilen eczalar…
Yaşlıysanız küçücük bir oda bile size çok geniş gelir de yattığınız yere yığarsınız tüm avadanlıkları.
Zaten odanın genişliğinden çok pencerenin genişliği daha çok anlam ifade eder.
Pencereden size yaklaşan biri var mı diye bakar, gelen geçenlerin eşkalini yorumlarsınız. Ne yaptığını nereye gittiğini falan…
Acemi görmezden gelmeler, ustaca görmezden gelmeler; hepsine rastlarsınız. Yaşlılık görmezden gelmelerin en keskin farkına varıldığı dönemdir.
Bu dönemde vefasızlıklardan yakınılmaz zamanla kanıksanır. Acı bir duygudur tercih edilmeyen bir partner olmayı sindirmek. Kimse sizi dinlemek istemez. Kimse size bir şey anlatmak istemez. Çünkü konuşulan mevzuların çoğunu anlamaz sürekli soru sorarsınız.
Kafanızda resmetmek için sorarsınız ve kimse katlanmak istemez böyle işkencelere.
Siz de empati yapar hak verirsiniz size takınılan bu tutuma. Ama ne acı bir hak vermedir o...
Bazen viks, bazen ispirto kokan bu sıcacık odada sobanın kapağı ha bire açılır, ha bire odun atılır sobaya.
Hasılı kelâm yaşlılık zordur.
Daha yaşlı olmadık. Gidip görüp geri dönmedik ama malûmdur herkesçe yaşlılığın zorluğu.
Bir kere planlar rafa kalkmıştır.
Yarım kalan işlerin artık hep yarım kalacağı kanıksanmıştır. Bu gerçek kabullenilmiş, planları belki bir evlat gerçekleştirir hamlesi de denenmiş ama o da boşa çıkmıştır.
Tecrübenin de, kolektif çabaların da, geleceğe dair planlarında bir bayrak yarışı gibi elden ele yarınlara uzandığı zannımız bizi önce umuda, sonra kanıksanmış yenilgilere sürükler.
Yiyebileceğim kadar elma toplamalıydım dersiniz.
Yenebileceğim kadar hasım edinmeliydim dersiniz.
Tıpkı Timur'un çadırına girerken birlikte sözleştiği köylüleri tarafından yalnız bırakılan Nasreddin Hoca’nın durumu gibi etrafınızdan sıvışan kalabalıklar sizi onulmaz yaralara, yenilmez zorluklara terk eder gider.
Artık sığınılacak tek liman kalmıştır; o da vefa.
Fakat vefa da artık sadece İstanbul'da bir semtin adıdır…