Hem zor hem de çekici olan şeyler...
Önce çekiciliğiyle bir çekici gibi asılıp sokar sizi içine sonra zorluğuyla kuşatır. Aynı bir kalenin dört yakadan kuşatılmış olması gibi, kendi kendini işgale davet eden bir kale kumandanı gibi hissettirir kendini insana iş işten geçtiği, akıl kendinden geçtiği zaman.
Çekiciliğin duygusal daveti zorluğun akli gerçekliğiyle iş tutar da iş işten geçtikten sonra bunu anlayanlar artık kalede muhasara altındayken kafasını kaşıyanlardır.
Birlikte yaşamaya dair kurallar, kanunlar, dini hükümler, mevzuatlar, ideolojiler etrafımızdadır. Ama bu bilgiler sahaf dükkanında dağınık kitaplar ve içindeki bilgiler gibi bize ilişmezler, davranış ve düşüncelerimize tam anlamıyla yön vermezler. Bizi dermezler yahut yermezler.
Bilenler; birlikte yaşamanın formülünü onlar bile uygulayamaz ya da son tahlilde sürdüremez.
Bilmek başka, eylemek başkadır zira.
Hem nefis tatlı gelir hem de insan kolektif akla uzaktır, hayat zaten biraz av biraz tuzaktır.
"Birlikte olmak neden bu kadar zor?" sorusu çokça cevaplanmıştır da "Neden bu kadar çekici?" sorusunun cevabına kafa yorulmuş mudur acaba?
Elbette bununla ilgili de düşünüldüğü, yazıldığı olmuştur.
Bana sorarsanız insan bilinmek, görünmek, sevilmek, muhatap alınmak ister.
Doğada tek başına yaşayan insan yeme, içme, barınma gibi en temel ihtiyaçlarının etrafında şekillenip vücut bulan ilgi ve arzuları bilir, arar sadece. Ama insan bir toplulukla hareket ettiğinde arkada kalanlar olur, öne çıkanlar olur, bir şeyi iyi yapanlar kötü yapanlar olur, gülünç duruma düşenler kadar gülünç duruma düşürenler de olur. Binlerce insan davranışı hep başka birilerinin etrafında olduğu gözetilmek şartıyla şekil alır. İhmallerin, eksikliklerin olduğu yerlerde ise insanlar rol yapar, yalan söyler, aldatır, bukalemunlaşır. Bu şekilde baş eder toplumdaki yerini koruma savaşıyla. Bu şekilde kendince yama yapar toplumdaki yırtıklara.
Bu da beraberinde yeni huylar, yeni adetler, ikircikli tavırlar getirdiği gibi yeni ilgileri, yeni tutkuları, yeni rolleri de getirir. Kurulu düzene uymak, dışlanmamak, oyundan çıkarılmamak için insan doğru olduğu düşüncesinden çok geçerli ve bağlayıcı olduğu saikiyle kurallara uyar. Bir refleks olarak yapılan ve içtenliksiz, sürüye uyma gerekçeli, en azından şekli olarak sergilenen uygun adım yürüyüşler sisteme uyumluluğumuzu ve sistemin işleyişini gözeten etkilere sahiptir.
Sınırlarının ne olacağı, tanımının nasıl yapılacağı konusunda ideolojik, dini, örfi birçok fikir ayrılıkları dolayısıyla uzlaşılamamış olan ahlaki normlar ya da etik değerler her şeyin belgeli, ölçülebilir, kayıt altına alınabilir kantitatif yapıların mecbur kılındığı günümüzde öznel ve kişisel inisiyatiflere yol açacağından sistemin doğal seyri gereği yerini yönetmeliklere kanunlara bırakmıştır.
Monteigne meşhur denemelerinde Horatius isimli bir şairin "Kusur işleme korkusuyla suç işliyoruz." sözünü nakletmiş. Bundan bilmem kaç yüzyıl önce varılan bu yargı bugün "suç işleme korkusuyla kusur işliyoruz" şeklinde tersyüz oldu. Belki de o zamanın insan davranışlarındaki belirleyici ve mecbur kılıcı nirengi noktası ahlaki normlarla çerçevesi çizilen toplumsal kamuoyu imiş. Bugünse özelikle şehir toplumunda cemaat ve veya cemiyetin bağlayıcılığı etkisizleşmiş ahlaki normlar yerini kurallarla varlığını hissettiren yasalara yani devlete bırakmıştır. Geleneksel ve ahlakî normlara göre daha yazılı, müeyyidesi daha kesin ve seküler olan kanunlar artık başroldedir. Ve artık Horatius’un sözü tam tersi olarak arzı endam etmektedir. Suç işlemek korkusuyla kusur işliyoruz.
Evet kurallara uyarsanız oyundan çıkamazsınız.
Ahlaki davranmanızdan ziyade kurallara uymanızın dikkate alındığı bir toplum tek başına dünyayı altüst ermeye yeter miktarda bir bombadır.