Kendisiyle birlikte mücadele eden muhalefetin büyük bölümünü yanına alarak 13. Cumhurbaşkanı olma yolunda mücadelesine devam eden Kemal Kılıçdaroğlu'nun hem de kimileri için mücadele ateşinin yakıldığı zaman kimileri için ise bereketin diğer adı olan bahar bayramı olan Newroz etkinliklerinin kutlandığı bir zamanda HDP'yi ziyaret edip, TRT ŞEŞ yani TRT 6 Kürdi kanalı olan devletin KÜRTÇE denilince 'Bilinmeyen bir dil' demesinin ne kadar saçma olduğunu haykırırken bizim bu yıllardır verdiğimiz mücadeleyi hatırladım.
Çünkü havuza düşmeden önce şu an Halk TV'de sabah haberleri sunan meslektaşım İsmail Küçükkaya'nın Genel Yayın Yönetmeni, benim de muhabiri olduğum Akşam Gazetesi'nin manşetinde geniş yer bulan W'nin bir hikayesi vardı aklımda.
18 Nisan 2013 yılında benim imzamla 'Dewir Değişti' 7 sütun harflerle manşete çekilen o manşetimizi attığımıza yerelden ulusala, Mahalli Basın Lideri ilkesi ile gazeteciliğimizi ortaya koyduğumuz Kuzey Doğu Anadolu Gazete’miz polis tarafından toplatılmış ve hakkımızda açılan onca davalardan biri daha açılmıştı.
Nevruz'u Newroz diye yazdığımız için açılan davanın 7 yıl sonra bizim haklı olduğumuzu ortaya koyan karar ile toplatılan gazetelerimizin matbaamıza geri getirilmesi ardından o dönemin Akşam Gazetesinde atılan o manşet bizim gazetecilik ilkemizi ve direnişimizi de ortaya koyan bir ödül olmuştu.
Evet, yeni bir Nevruz ve Newroz'a geldiğimiz şu günlerde hala 'bilinmeyen dil' olarak tanınan Kürtçe'nin ve Kürt sorununun çözümünün hepimizin elinde olduğunu, bunun içinde bu kamuoyunu temsil eden insanlarla, siyasi parti ve STK'larla temasa geçmek ve yeni bir barış süreci yani Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi helalleşmek bu ülkeye hiçbir şey kaybettirmez aksine barış sürecine kolunu değil, başını koyan Erdoğan'ın 2 hatta 21 yıl iktidarda kalması gibi herkese kazandıracağı gibi ülke üzerinde oynanan oyunları bozar ve demokrasinin yerleşmesinin önünü açacağını anlatan eski bir yazımı bugün yazılmış gibi aynen yayınlamak gerektiğini de düşündüm.
Çünkü yayın grubumuzun amiral gazetesi Mahalli Basın Lideri Kuzey Doğu Anadolu Gazete’mizin yayınladığı bir ilanda Nevruz değil, Newroz denmesi ile toplatılmasının çözüm değil, sorun olduğunu ve bu sorunun kardeşliğimize en büyük zararı verdiğini anlatır aşağıda yeniden yayınladığım 'İnat Newrozu' başlıklı yazıyı bir kez daha sizin de okumanızı ve haklı mı, haksız mı olduğumu görmenizi isterken...
İşte dün yazdığım ama hala bugün gibi duran ve W'ye özgürlük verildiğinde kıyamet kopmayacağı gibi ülkeme barışın, kardeşliğin, eşitliğin ve gerçek demokrasinin geleceğini anlatan o yazım;
İnat NeWroz’u…
Sabah işe gelmek için çıktığımız binada yan yana kalıyor, aynı binaya girerken selamlaşıyor, çıkarken gülümsüyoruz.
Bizden çok eşlerimiz daha yakın, daha samimi, çocuklarımız birlikte parkta oynuyorlar.
Aynı çatı altında, aynı binada huzur içinde yaşarız, hepimiz bir birimizin güvencesi olarak gece rahat uyur, sabah huzur içinde çıkarız evlerimizden.
Ben, benim gibi yorulan artık kullanmadığım ama satmayıp, hala evimin önünde tuttuğum GAZETECİ isimli arabamı çalıştırırken, onlar selam verip, işlerine giderler.
Bugünde aynı oldu ama bir fark ile…
Ben Newroz için kameramı, fotoğraf makinemi hazırlamış, onlar Nevruz için çelik yeleklerini, coplarını...
Yine aynı gülümseme, yine selamlaşma.
Sanki iki tarafta meydan muharebesine gidiyor gibi hazırlıklı, birazda şüpheli.
Ben gazeteci olarak Newroz'a, onlar polis olarak Nevruz'a…
Yani her zamanki gibi iki taraf da stresli...
Her iki tarafta aynı binada, aynı evlerde kalmış, aynı suyu içmiş, aynı havayı koklamış olsa da…
Bahar bayramı NevWroz'a gidiyoruz, gülüp, halay çekeceğimizi düşündüğümüz ama günlerdir yaşanan gerginlikler dolayısıyla neler olacağını, karşı karşıya gelip gelmeyeceğimizi kara kara düşünürken...
Evet her yıl tekrarlanan, halaylarla değil, ölümlerle, yaralanmalarla sona eren bir Newroz'a ya da Nevruz'a daha giderken bu yaşadıklarımız gerçek.
Aynı çatı altında oturur, aynı suyu birlikte içeriz ama gerek gazetecilikte gerek dünya düşüncesinde hep karşı karşıya gelir, çatışır, birimiz hak ararken, birimiz cop atarız.
Çünkü biz birbirimize düşmanca bakanlar, aynı ülkede olduğu gibi aynı binada oturmayı bilir, birlikte yaşamayı seçer, eşlerimizin, çocuklarımızın kaynaşmasına müsaade ederiz...
Birimiz penceremize bayrak asarken, diğerimizin siyasi görüşüne de saygı gösteririz...
Ama her nedense alanlarda, çarşıda, resmi işlerde hep karşı karşıya gelir, o binadaki barışı unutur, kardeş olmayı değil, düşman olmayı seçeriz...
Düşünsenize benim gibi aynı binada olmasanız da, yan komşunuz, aynı dolmuşa bindiğiniz, aynı cafe de çay içtiğiniz, aynı lokantanın tabağından yemek yediğinizin biri polis, biri siz değil misiniz?
Polis olmasa da savcı, hâkim, asker, jandarma, istihbaratçı veya devletin bir memuru değil mi o birlikte yaşamayı seçmiş, aynı evde, aynı binada, aynı ülkede yaşarken yıllardır süren inatlar nedeniyle karşı karşıya geldiğiniz…
İşte size son inat…
Biri, “Ben Newroz'u kutlayacağım” dedi, diğeri, “Hayır Newroz olarak kutlayamazsın, Nevruz de” dedi…
Dün de aynı değil miydi, erken olmazsa da, aynı güne bile izin vermiyorlardı... Sonuç; meydan muhaberesinde karşı karşıya gelip, kan revan içinde kalıp, yaralanıp, ölüp aynı binaya, aynı eve gelip, aynı suyu içtiğimizi hep unuttuk...
Kim kazanıyor bu yıllardır süren ama çare bulunamayan inatlaşmada, kim kaybediyor bu anlamsız ve de anlaşılmaz inatlaşmada kim?..
Her iki tarafta kaybetmiyor mu?