• Haberler
  • Güncel
  • Savcı Sayan: 'CHP'nin Kürtlere bakışını en iyi ben bilirim'

Savcı Sayan: 'CHP'nin Kürtlere bakışını en iyi ben bilirim'

Bir süredir 'Kürt sorunu'na dair söylemleri ile gündemde olan Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, 'CHP'nin Kürtlere bakışını en iyi ben bilirim.' dedi.

Savcı Sayan: 'CHP'nin Kürtlere bakışını en iyi ben bilirim'
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Bir süredir ‘Kürt sorunu’na dair söylemleri ile gündeme gelen Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, bölgenin gerçeğini Bülten TV’ye aktardı. Kürt sorunu konusunun ne biçimde gündeme geldiğinden, PKK ve HDP’nin bölgeyi nasıl geri bıraktığına, İçişleri Bakanlığının son yıllardaki faaliyetleri ile bölgedeki güvenlik sorununun çözülmesinden, yatırımların artmasına, milletvekilliği düşünüp düşünmediğine kadar her sorumuzu yanıtlayan Başkan Sayan, Cumhuriyet Halk Partisi’nde genel başkan yardımcılığı yaptığı döneme de atıfta bulunarak, “CHP’nin de AK Parti’nin de Kürtlere bakışını iyi bilirim.” dedi.

Başkan Sayan’ın röportajından detaylar şöyle…

“KÜRTÇÜLÜK YAPARAK MİLLETİMİZİ KONSOLİDE EDİYORLAR”

Bir süredir gündeme, sizin tanımınızla ‘Kürtçülük sorunu’ konusuyla geldiniz. Öncelikle şunu öğrenmek istiyorum, bu mesele nereden itibaren konuşulmaya başlandı?

40 yıldır başımızda bir terör belası var; Kürtlerin ayağına pranga vurmuş, Kürtlerin gelişmesini engelleyen, Kürtlerin gerçek yaşam standartlarını aşağı çekmeye çalışan bir örgüt var karşımızda. Dolayısıyla süslü kelimelerle, adeta bir Kürtçülük yaparak, ırkçılık yaparak milliyetçilik duygularını kabartıyor, abartıyor ve bizim milletimizi konsolide ediyor. Bu tabi hem bölgeyi geri bırakıyor hem insanlarımızın hayatlarını aşağı çekiyor hem aile dramlarına neden oluyor. Biz bunu bölgede temizlemeye çalışırken birileri Ankara’da bunu köpürtüyor. Kardeşim, Kürt sorunu nedir? Bunu bize bir anlatın. Böyle bir sorundan söz etmek için elimizde bir done olması lazım. Kürt sorunu yol, su, köprü ise bunu Meclis’e götürmenin bir anlamı yok ki. Bu hükûmetin, iktidarın işidir; bunu iktidar çözer. Yok, siz Kürt sorunu derken özerklik, federasyon, konfederasyondan söz ediyorsanız o zaman bu ülkeyi bölme niyetiyle hareket ediyorsunuz. Biz Kürtler de buna karşıyız.

“TERÖR ÖRGÜTÜNE ÖNCE KÜRTLER İSYAN ETMELİ”

Siz buna ‘Kürtçülük’  sorunu dediniz, sizin bunun karşısına koyduğunuz argüman nedir?

Bunu bölgesel bir mesele olarak düşünürsek, bunun ne olduğunu, neyi tanımladığını anlatmamız gerekiyor. Burada sadece Kürtler yaşamıyor; Türkler, Araplar, Süryaniler var. Geri, kalmışlık, ekonomiden, milli gelirden pay alma, eğitimde bir fırsat eşitsizliği varsa bunu Meclis’e götürüp bunu çözelim. Ama bunun dışında Kürtlerin sorunu deyip de, bayrak, millet gibi argümanlar geliştiriyorsanız buna ben Kürtçülük derim. Yani siz resmen, bu ülkeyi bölmek istiyorsunuz ve en üstün ırk benim ırkım düşüncesiyle hareket ediyorsanız siz, ‘Kürtçülük’ yapıyorsunuz. Bunu Türkler yapıyorsa onlar da ‘Türkçülük’ yapıyor, Araplar yapıyorsa ‘Arapçılık’ yapıyorlar. Bu, zaten bütün dünyanın başına bela. Dolayısıyla biz 40 yıldır güzel güzel yaşamak varken, Türkiye’yi kendine vatan edinmiş, 780 bin kilometrekarede eşit bir şekilde yaşamak varken neden bunlar söz konusu olsun? Kimse Kürt olduğu için ticaret yapamaz, Kürt olduğu için şu makama gelemez diyemez. Bütün bunlar varken sadece ırkçılık üzerinden bahane uydurarak gençlerimizin dağa çıkmasına neden oluyorsanız, buna önce biz Kürtler isyan etmelidir.

“PKK KÜRTLERİ YOK ETME ÇABASIDIR”

Bence bu Kürtler için kurulmuş bir oyundur. Genel olarak bakıldığında Türkiye’yi bölmek, parçalamak, Suriye’ye çevirmek maksatlı olabilir ama özelde Kürtleri yok etme çabasıdır. Biz buna seyirci kalamayız. Birileri seyirci kalabilir ama biz ayyıldızlı bayrağa; vatanın ve toprağın bütünlüğüne inanıyorsak; birlik, beraberlik ve kardeşlik diyorsak bizim ırkımızın diğer ırklardan, diğer ırkların da bizim ırktan bir üstünlüğü yoktur düşüncesine sahipsek bunları konuşmamamız lazım. Konuştuğumuzda ‘Kürtçü’ oluruz.

“AK PARTİ ZAMANINDA KÜRT SORUNU KALMADI”

Peki, Türkiye’de Kürtler problem yaşamıyor demek mümkün mü? Örneğin rahmetli Turgut Özal başbakan olduğunda, ‘Özal bile Başbakan oldu.’ denildi.

Öyle bir şey olabilir mi?

Ne problemler yaşamış Kürtler… Kürtler falakadan, işkenceden, Filistin askısından geçirilmiş; sabaha kadar dövülmüş; çırılçıplak soyulmuş; gece yarısı evine köpeklerle baskın yapılarak aranmış… Biz bütün bunları bilen insanlarız. Ama bizim bütün bunların ne zamana kadar olduğunu, nereden sonra olmadığını bilmemiz lazım.

Nereden sonra yok?

Özal zamanında iyileştirmeler yapmıştır, AK Parti zamanında tamamen ortadan kalkmıştır. Kürtçe kaset dinlemek, Kürtçe konuşmak suçtu. Hatta devlet dairelerinde Kürtçe kaset dinlemenin yasak olduğu yazılı idi. Kürtçe konuştuğun zaman baskı uygulanıyordu. İfadesini veremeyen insanın tercüman kullanma hakkı yoktu. Dilsiz, sağır gibi yaşayanlar olmuştu. Biz, bütün bunları yaşayan insanlarız.

“BÜYÜK OYUNU 15 TEMMUZ DARBESİNDEN SONRA ANLADIK”

Siz, kendiniz bizzat ayrımcılığa maruz kaldınız mı Kürt olduğunuz için?

Ben bunu kişiselleştirmek istemiyorum elbette ki toplum içerisinde insanlar devlet idarecileri tarafından bazen dışlanır, bazen sahiplenilir. O insanın devlete olan bağlılığı, basireti yaşamını olumlu, olumsuz etkileyebilir. Ben daha başka bir şey söylüyorum. Ben diyorum ki; biz bütün bunları yaşadık ve 15 Temmuz darbesinden sonra bütün bunların bilinçli yapıldığını anladık. Yani; siz Kürtlere baskı, şiddet uygulayın, Kürtlere işkence yapın, Kürtler de isyan edip dağa çıksınlar, Türkiye’nin başına problem çıkaralım. Bunun böyle olduğunu 15 Temmuz’dan sonra ve Hendek Olayları döneminde öğrendik. Normalde bir Kürt bölgesinde bir kişi silah aldığında o silahla ilgili bilgi devlet tarafından bilinir ama düşünün Diyarbakır gibi bir büyük kentte askeriyenin, polisin tam karşısına kamyonlar dolusu silah getiriliyor ve istihbarat bu konuda bilgi alamıyor. Bu mümkün müdür? Demek ki, devletin içinde devlet  düşmanı olan, devlet adına görev yapıyor gibi görünüp aslında bilinçaltında ülkeyi bölmek isteyen FETÖ’cülerle PKK’lılar anlaşmış, ikisi bir arada hareket ediyor, alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete mantığı ile Kürtleri yok etme politikasıyla hareket edip, Türkler için de büyük bir senaryo yazmışlar. Biz bunu anladık.

“CHP’NİN DE AK PARTİ’NİN DE KÜRTLERE BAKIŞINI BİLİRİM”

Sayın Erdoğan iktidara geldiğinde ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkan yardımcısıydım. Dolayısıyla ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtlere nasıl baktığını, Sayın Erdoğan’ın Kürtlere nasıl baktığını en iyi bilenlerdenim.

İkisi arasında nasıl bir fark var?

Çok büyük fark var. CHP’nin ceberrut dönemini de, Kürtler üzerindeki baskılarını da, AK Parti’nin ve Sayın Erdoğan’ın Kürtlere bakışını biliyorum. Bunu yaşayan bilir değil mi? Ben yaşadım, öğrendim. Kitaplardan okumadım; Hasan Cemal’in kitaplarından okumadım. ‘500 kişi dağda kalsın, ileride size lazım olur’ diyen Hasan Cemal’in mantığıyla bakmadım. Ya da tam tersi, aşırı milliyetçilik duyguları içerisinde Kürtlerin sorunlarını görmezden gelen kitaplardan da okumadım. Dikkat ederseniz 2002’ye kadar CHP’nin icraatlarına, 2002’den sonra gelen rahatlamalara baktığımızda zaten fazla söze gerek yok, iki parti arasındaki anlayışı, farkı hepimiz görüyoruz. Yani biz, tek parti döneminde yapılanları biliyoruz; Ağrı Dağı’ndan Zilan Deresi’ne kadar, CHP’nin iktidarda olduğu, iktidar ortağı olduğu dönemleri biliyoruz. Ecevit dönemini, Süleyman Demirel dönemini, Anavatan iktidarının belli bir kısmına yetiştik.

“20 YILDIR BÖLGEYE BÜYÜK YATIRIMLAR YAPILDI”

2002’den sonra Sayın Erdoğan’ın iktidarı başladı ve 20 yıldır devam ediyor. 20 yıldır yapılan işleri de gördük; yatırım, sosyolojik, psikolojik, ideolojik anlamda baktığımız iki partinin ya da diğer partilerle AK Parti’nin arasındaki farkı net bir şekilde görüyoruz. Bugün Kürtler için hiç kimse diyemez ki; Kürt olduğu için vali olamadı,  bakan olamadı, şu ticareti yapamadı. Devletin içinde kötü niyetliler yok mu, var. Onlara karşı da mücadele etmek lazım ama bu mücadele silahla mı olacak illa ki? Fikirlerimiz, temsilcilerimiz yok mu? Ben de diyorum ki, yıllardır bağırıyorum; Eyy HDP kitlesi, eyy PKK’lılar, siz eğer vatanın ve bayrağın tekliğine, toprağın bütünlüğüne inanıyorsanız…

İnanıyorlar mı?

İnanmıyorum diyen çok. İnanıyorum diyorsanız, o zaman sorun dediğiniz ne varsa, ben de bir temsilciyim, bana söyleyin, birlikte Cumhurbaşkanı’ndan isteyelim.

“ÇÖZÜM SÜRECİ İYİ NİYETLİ BİR ÇABAYDI”

Çözüm süreciyle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Çözüm süreci son derece iyi hareketlerle başlatılan bir süreç. Ülkenin çocuklarına diyor ki; gel devletin şefkatli kollarına teslim ol, hata yapmış olabilirsin biz babayız, hatandan dolayı seni dışlayamayız, dolayısıyla biz bu işi bitirelim, silahlarınızı bırakın, bu kan ve gözyaşı bitsin… Bundan daha iyi bir şey olabilir mi? Ama sen bütün bunları göz ardı edip, ben silahımın namlusuyla bu hakları kazandım, ben artık istediğimi yapabilirim, Türkiye Cumhuriyeti devletinden özerklik istiyorum, federasyon istiyorum  -ki bir sonraki aşaması bağımsızlıktır- mantığıyla hareket edersen, Türkiye Cumhuriyeti devleti uzun yıllara dayanan devlet geleneği misyonu ile sana müsaade etmez.

“FETÖ İLE PKK AYNIDIR”

Hep şu söylenir; Doğu’da halk PKK ve devlet arasında sıkışmış durumda. Buna dair ne dersiniz?

15 Temmuz’dan önce FETÖ’cü askerler ve polislerin PKK ile anlaşmalı olduğunu biliyoruz. FETÖ ile PKK aynıdır. Aynı güç tarafından yönetiliyor. Birisi ırkla, birisin dinle milleti kandırıyor. Ama sonuçta ikisi de Amerika’ya ve Türkiye’yi bölmek isteyen, Suriye’ye çevirmek isteyen güçlerle savaşıyorlar. Dolayısıyla biz şunu öğrendik; o dönem hem devlet baskı yapıyordu hem PKK. Amaç; Kürtler isyan etsin. Ama daha sonra devlet hep şefkatli elini gösterdi. İşte PKK bundan sonra şiddet ve baskıya başvurdu. Devletin bu şefkatli elleri PKK’yı rahatsız etti.

“PKK VE HDP AĞRI’YI DÖNÜŞTÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN BİZE SALDIRIYOR”

Şimdi bana saldırıyorlar. Neden bana saldırıyorlar? HDP ve PKK, 18’inde Ağrı’da, 20’s,nde Antalya’da miting yapıyor. Niye Diyarbakır dururken Ağrı’da yapıyorsunuz? Çünkü biz Ağrı’yı dönüştürdük, dönüştürmeye de devam edeceğiz.  Ama ne yapıyorlar algılarıyla, kiralık tuttuğu bazı yayın organlarıyla bizi yıpratmaya dönük faaliyetlerde bulunuyorlar.

“15 TEMMUZ’DAN ÖNCE FETÖ’CÜ HAKİMLER DAVALARI DAĞDA KURULMUŞ MAHKEMELERE YÖNLENDİRİYORDU”

Bölgeye iki yıldır gelip gidiyorum İki yıldır bölgede bir rahatlama gördüm. Gözlemlerime göre insanlar bölgenin gelişmesini istiyor ve yatırım beklentilerini çok rahat ifade ediyor. Dolayısıyla terör örgütüne karşı sıkışmışlık hissiyatından kurtulmuşlar. Bunda İçişleri Bakanlığı’nın bölgede yürüttüğü güvenlik odaklı faaliyetlerin etkisi ne kadar?

Çok büyük etkisi var. Siz bu rahatlamayı dışarıdan görebiliyorsanız demek ki biz daha fazlasını görüyoruz çünkü biz yaşıyoruz. Dışarıdan siz rahatlamayı görebilirsiniz ama acıları görmüyorsunuz. Biz hem acıları görüyoruz hem rahatlamayı görüyoruz. Dolayısıyla acıların azalmasıyla birlikte rahatlığın ne oranda zirveye çıktığını da görebiliyoruz. İçişleri Bakanlığı Hükûmete, Cumhurbaşkanlığımıza bağlı. Dolayısıyla hükûmetin politikaları bölgede büyük bir rahatlama ve güveni de beraberinde getirdi. Bu güvenin bir nedeni de, asker ve polis kademesinde FETÖ’cülerin olmaması. Bakın, 15 Temmuz’dan önce FETÖ’cü hakimler burada diyordu ki, ‘Bize dava getirmeyin, dağda mahkeme kurulmuş orada daha iyi çözersiniz.’ Oraya yönlendiriyorlardı. Burada insanlar toplatılıp haraç alınıyordu, insanlara vergi cezası adı altında, sanki başka bir devlet varmış gibi vergi kesiliyordu. Hakimler ve savcılar da bunlara ses çıkarmıyordu. Emniyet müdürleri, jandarma komutanları bunlara hiçbir şey demiyordu. Bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti devletini burada boşluğa düşürdüler. Lojmanlara baktığımızda, orada oturanlar HDP kazansın diye oy veriyordu. Dolayısıyla bütün bunlar ortadan kalktıktan sonra büyük bir rahatlama geldi. Vatandaş devletine güvendi. Bu güvenle birlikte PKK ile ilişkisini kesti, PKK ile arasına mesafe koydu. Zaten PKK’nın rahatsız olduğu nokta da bu. Bunu tersine çevirmek için de baskı ve şiddete başvuruyor ama artık başaramıyor.

“15 TEMMUZ’DAN ÖNCE GÜNDE 20, 30 KİŞİ PKK’YA KATILIYORDU”

Düşünün, 15 Temmuz’dan önce gelseydiniz günde 20, 30 kişi Ağrı’dan PKK’ya katılıyordu ama iki, üç yıldır yarım kişi bile katılmamış. Birisi teşebbüs etmiş ama pişman olmuş, yolda geri dönmüş. Birçok kişi gelmiş, teslim olmuş. Dolayısıyla bölgede güvenlik anlamında müthiş bir rahatlık vardır, bu rahatlık seçimlerde bize sahayı kolaylaştırdı.

“BÖLGEDE YATIRIM YAPMAK KOLAYLAŞTI AMA İŞ ADAMLARI ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMIYOR”

Bu durum yatırımların gelmesini kolaylaştırdı mı?

Devlet bir taraftan kendisi yatırım yapmaya başladı, bir taraftan da bu rahatlık özel sektörün buraya kaymasına vesile oldu. Düşünün ki bugün, Ağrı’nın Yüzüncüyıl Mahallesinde genç kızlarımızın tekstil atölyelerinde diktiği elbiseleri Avrupa sosyetesi giyiyor. Hatta ben iş adamlarına sesleniyorum; gelin buraya yatırım yapın. Vatanseverlik Kocaeli’nin verimli topraklarına fabrika kurmakla olmaz, kârınızdan feragat edin gelin, burada askere, polise saha yardımı yapın. Nasıl ki, HDP PKK’ya saha yardımı yapıyor, siz de burada yatırım yapın ki vatandaş size daha çok sempati beslesin ve PKK’ya desin ki, ‘Sen bizim çocuklarımızın ekmeğini kesiyorsun’, böylece topyekûn bir isyan başlasın. İş adamları bu noktada eksik kalıyor. Yüzde 50 kâr etmek istiyorlar. Yüzde 20 kâr et kardeşim, senin kârın burada şehit olan askerden, polisten ya da dağa gitmiş bir Kürt kardeşimizden daha mı önemli? Biraz fedakârlık yap…

“BEYAZ YÜRÜYÜŞÜ YAPIP TÜRK BAYRAĞINI DİYARBAKIR’DA DALGALANDIRACAĞIZ”

Beyaz Yürüyüş yapılacak mı?

Biz yürüyüş için tişört baskımıza varıncaya kadar hepsini yaptırmıştık. Yürüyüş öncesinde genel bir sağlık kontrolünden geçmemiz lazımdı, benim kalbimde stent var. Bu sağlık kontrolünde bir bağırsak problemiyle karşılaştık, acil bir ameliyat olmamız gerekiyordu. Hemen ameliyata aldılar. Ameliyat olduk, daha tam iyileşmedik. Belki ikinci kez yine ameliyat olacağız ama bu yürüyüşü kesinlikle yapacağız. Bir tarih var mı aklınızda? Sağlığıma bağlı bir şey. Her şey hazır. Çünkü ben yürümek istiyorum, arabayla yanlarından geçip gitmek istemiyorum; yoksa yaparım o işi. Vatandaşla birlikte 400 kilometre yolu yürümek istiyorum. Şu anda uzun boylu bir yürüyüşe müsaade etmiyorlar, sağlığım el verdiğinde bu yürüyüşü yapacağız.

Benim Türkiye halkından bir talebim var; belki bizzat yürüyüşe katılmayabilirsiniz ama araçlarla orada 1 milyon kişinin toplanıp, 1 milyon Türk bayrağının Diyarbakır’da dalgalanmasını istiyorum. Bu, bizim için tarihi bir fırsattır. Düşmana karşı büyük bir tokattır, Türkiye dostlarına karşı da büyük bir çiçektir. Nevruz’da 500 bin kişi toplanıyor da, 500 bin Türk bayrağı neden dalgalanmasın?

“KAYYIM KİME ZULÜM ETTİ?”

‘Devletin şefkat eli’ diye bir tanım kullandınız. Bu bağlamda ‘kayyım’ bir yöntem midir?

Kayyım bir yöntem değil, bir zorunluluktur ve devam etmek de istemiyor devlet kayyım olayına. Ama devlet bakıyor ki, vatandaşa hizmet götürülmüyor bütün o para, pul başka yere aktarılıyor ya da devleti küçük düşürmek için devlet bize ödenek vermiyor deniyor. İki başlı bir şey. Herkes ağzına pelesenk etmiş; ‘kayyım zulümdür.’ Kayyım geldi kime zulüm etti, kimin suyunu kesti, kimin ocağını söndürdü, kimin yolunu yıktı? Geldiği zaman yatırım getiriyor. Demokratik ülkelerde tabi ki seçimle gelen baş tacıdır ama sen seçimle geliyorsan bu ülkenin kanunlarına göre oraya gelmişsin, bu ülkenin yasaları için yemin ediyorsun. Sen başta desen ki, ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmak için geliyorum.’ seni belediye başkanı yaparlar mı? Ama sen geliyorsun, devletin düşmanı oluyorsun. Devlet kendi bütçesinden aktardığı parayla kendi düşmanını besler mi? Kayyım dediğimiz, devlet memuru. Diyor ki orada işler gitmiyor, başına otur, bütçeyi yönet, ili yönet…

Sanki, kayyım deyince eli sopalı bir adam geldi, rütbeli, şuralarından sırmaları var, beşinci kolordu komutanı gibi elinde kırbaç, sağa gidiyor vuruyor, sola gidiyor vuruyor… Öyle bir mantığı yok ki bu işin. Devletin memuru. Vali yönetmiyor mu burayı? Yönetiyor. Belediye de valiye bağlı bir devlet hiyerarşisi içerisinde. Siz neden validen rahatsız olmuyorsunuz, neden vali kayyım olunca rahatsız oluyorsunuz?

“MİLLETVEKİLİ OLMAK GİBİ BİR PLANIM YOK”

Siyasî kariyer hedefleriniz arasında milletvekilliği var mı? Çünkü son dönemlerde popüler çıkışlarınız var, bunu böyle okumak mümkün mü?

Hayır, ben kadere inanmış biriyim. Hayatımın hiçbir döneminde siyasî kariyerim için planlama yapmadım. Müracaatlarım olmuştur ama planlama yapmadım. Nasipse, olmuşsa, faydalıysam, başarabileceksem, mahcup olmayacaksam, layıkıyla yapabileceksem Allah bana nasip etsin. Yapamayacaksam kendimi de rezil ederim, ızdırab da çekerim. İki yıl sonra yapılacak milletvekili seçimi için şimdiden planlama yaparsam daha yeni bir milletvekilimiz rahmetli oldu, o zamana kadar yaşayıp yaşayamayacağımı bilmiyorum ki. Bir de benim bağlı olduğum bir parti var, partimin genel merkezi var, lider var. O lider beni nereye uygun görür; otur derse otururum, kalk derse kalkarım, çalış derse çalışırım. Belediye derse belediyedeyim, milletvekili derse oraya giderim, memur derse oraya giderim, siyaset yapma derse yapmam. Bu işler hırs meselesi değildir ki. Onun için böyle bir planlamam yok.

Bakmadan Geçme