İşletme yönetimi dersinde hocamız espri olsun diye ama yedinde bir gerçeği de bize duyurmak maksadıyla, “Otomobiller ikiye ayrılır Mercedes ve diğerleri" derdi.
Ben de şimdi hocamıza heveslenip "Öğretmenler ikiye ayrılır: köy öğretmenleri ve diğerleri" diyeceğim. Ama bunu espri olarak değil samimi fikrim olarak söylüyorum. Tabi ne Mercedes otomobil haricindeki araçları ne de köy öğretmeni haricindeki öğretmenleri değersizleştirdiğimiz anlaşılmasın.
Bu tür aforizma sınıfına koyacağımız sloganvari sözler bir yerde henüz yufka olmadan önceki hamurun elde yoğrulmuş beze hali gibidir ki feci derecede bir ısrarla yufka olmaya can atarlar.
"Oklava olmadan baklava olmaz." deyip de kalemimi oklava yapıp kağıdın üstünde yuvarlayarak bu bezeyi yufka yapmaya yeltenmek değil mi zaten burada yaptığımız?
Efendim şimdi, Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte kırsala yayılan halkın eğitimi sadece adab-ı muaşeret, genel kültür, genel yetenekten ibaret değildi.
Cumhuriyet gencecikti evet ama hırpalanmış ve yorgun bir manzara içerisinde idi.
Maddi imkânsızlıklar ve üretimin kısıtlılığı devletin hizmet götürmedeki imkânsızlıkları milletin kendi göbeğini kendisinin kesmesi zaruretini doğuruyordu.
Devlet de bunun farkında olduğundan kırsalın eğitimi okuldan ibaret olmayıp halkın da aydınlatılmasını acil bir gereklilik görüp Köy Enstitülerini kurdu. Enstitülerde biçki dikiş, bağcılık, zirai budama, ilkyardım, inkılap tarihi, gündelik fen bilgileri, doğum kontrol, hamilelik, lohusalık eğitimi gibi sosyal hayatın tanzimi ve devamlılığında yarar sağlayacak elzem ve faydalı birçok bilgi merkezden periferiye enstitü hocaları eliyle ulaştırıldı.
Bu öğretmenler olanca komplekssizliği, gayret ve idealizmiyle hem öğrettiler hem de bizzat köylüyle yan yana tarlada, tırpanda, köyde, mezrada geri durmayıp çalıştılar.
Bugün hala hayırla anılan Köy Enstitüleri politize bir kimliğe büründükten ya da büründürüldükten (ya da böyle olduğu iddia edildikten) sonra lağvedildi. Köy Enstitülerinin özelde kırsala genel ölçekte ise tüm toplumsal zemine ne gibi katkıları olduğu hakkında çokça satır doldurulmuştur malum.
Hizmetleri, ortaya çıkardığı artı değerler elbette ki takdire layıktır. Köy Enstitüleri kapandıktan sonra yine eğitim fakülteleri, öğretmen okulları, enstitülerde mezun olan öğretmenler de selefi olan ensitü öğretmenlerinin kaldıkları yerden bayrağı devraldılar.
Burnu sümüklü demeden, saçı bitli, donu yamalı demeden, sınıf ısınmıyor, maaşım yetmiyor demeden aynı aşkla görevlerini sürdürürler. Bugün 30 ila 60 yaş arasında olup da kırsalda okuyanların ekseriyetle öğretmenleri bu gruptadır.
Bu öğretmenlerin de köyün sadece bir şehirliyle karşılaştığı numune kişileri olması dolayısıyla bile taşra sosyalleşmesinde, kırsalın modern hayata eklemlenmesinde katkıları çok büyüktür.
Bir köy çocuğu etek denen kadın giysisini, kuaförün kestiği bir kadın saçını ilk kez öğretmeninde görür.
Ya da kravatı, pantolonla uyumlu ceket kombinini de yine öğretmeninde görür.
Şehre dair, şehirli yaşama dair, okumaya dair ilk intibalarını anlamlandırması falan öğretmenlerinin varlığıyla mümkün olur.
Köylülere günaydın, tünaydın demesini öğretmenler öğretmiştir.
Karı koca aynı köyde görev yapan öğretmenler evlilik hayatlarını köyün, köylünün, öğrencinin önünde yaşadıkları için şehir kültürünü benimsemiş kadın ve erkeğin birbirine karşı davranışlarına köylü de şahit olur. Belki garipser, belki şaşırır, kınar belki, belki özenir ama takdir eder.
Her ne olursa olsun öğretmenler, o köye başka bir yaşam olduğunu, alternatif davranış kalıpları ve alternatif tutumların da var olduğunu yaşayarak gösterir.
En iyi ve saygıya en layık öğretmenler köy öğretmenleridir. Zira onlar egzoz ve fabrika dumanından uzakta şehrin yabancısı, doğanın aşinası bir yerde öğretmenlik yapmışlar, göğüs germişler, omuz silkmemişlerdir.
Yine tersi anlamda en iyi ve saygıya en layık veliler de köylerden çıkar; zira bilimin, medeniyetin kıymetini nasırlı ellerinin şahitliğinde bildiklerinden öğretmenlerinin anlamlandıramadıkları onlara garip gelen söylem, eylem ve eğitim metotlarına dahî hürmet edip icraatlarına geçit verirler. Kaleme, kağıda, okula saygıları vardır.
Yerde, yolda, kıyıda, köşede bulduğu kağıdı eski yazıyı layık olduğu mütena bir köşeye koyan köylünün bu hürmeti sadece dine, dini sembollere duyulan bir hürmet değildir sadece.
Mesleğine de evliliğine de yeni başlamış olsa bile köy derneklerinde, bayramlarda, meclislerde, kahvede, ormanda, harmanda en başköşeye oturtulan öğretmenlerin köylülerce bu denli saygı görmelerinin nedeni bilimin ve yararlılığının fark edilmesi olsa gerek en başta.
Köylü, kaderinin dikenli ve zahmetli gidişatını değiştirmenin yolunu bilimde görmüş, bu sebeple bilimin meşalesini tutan öğretmenlere değer vermiştir.
Köylü şehre öykünür, devlete, devlet kapısına öykünür. Emir vermeye özenir. Az çalışıp çok kazanmaya, düzenli yemeye, düzenli yaşamaya özenir.
Yani kendinde olmayan yaşam konforuna, medeniyete uzandığı iddia edilen bir modernliğe bilimin kılavuzluğunda erişileceğini içten içe bilir. Bilir de ondan ötürü okula, öğretmene değer verir.
Bu öğretmenler de kınalı birer kuzu olan öğrencilerine alfabeyi, tarihi, coğrafyayı, şiiri, marşı öğretmiştir. Köyden başka yerlerde kullanılacak hayat düsturlarını öğretmiştir.
Öğretmekle de kalmamış gözleri sınıf penceresinden dışarda tüm gözlerin pür dikkat kendi üzerinde olduğunun bilincinde çocukları gitmek istediği yerlerde hayal etmiş, hayal kurmayı onlara da öğretmiş ve çocukların da hayalin itici gücüyle ve de eğitim öğretim yardımıyla uzanacakları yerleri onlara belletmiştir.
Bir çocuğun rüyasından çok hayalleridir zaten cezbedici olan. Evet, gayri iradi olan rüyadan çok iradi gerçekleşen bir hayal.
Bir çocuğun ifadesiz ve yaşanmamışlığın ispatı olan saf gözlerinin dalgınlığından anlayabileceğimiz hayallerinin ne olduğuna dair merakımız rüyanın bütünlüksüz ve çetrefilli temasını ıskalamaya razı oluşumuz, hayalin insan çabasının eseri oluşu ve iradi oluşu.
Belki rüya hayalden daha doğaldır. Rüyalara müdahale edemeyiz ama hayallerin etrafındaki çitleri kaldırabiliriz.
Evet, köy öğretmenleri de hayallerin ufkunu çevreleyen çitleri kaldırmıştır. Bu çocukların hayal dünyasına malzeme olacak eşyayı, avadanlıkları tedarik etmiştir.
Onlar olmasaydı geniş ufuklu hayaller kuramazdık. Kurduğumuz hayalleri kurgulayamaz, eyleme dökemezdik. Ufkumuzu bu denli çizemez ve daha düşük profilli bir hayatın içinde sürüklenirdik…
Ya da kurduğumuz hayalin merakıyla tutuşamaz, sonunu getiremez, yarım hayallerimizi yarına tamamlanmak üzere devredemeyen bir çocuk olurduk.
Yecüc Mecüc gibi kazdığı bölge ertesi gün tekrar kapanan, ertesi günü tekrar sil baştan yapan bir nesil olurduk.