"Yetkiyi verirseniz bürokratik imparatorluğu yıkacağız." deyip 20 yıl önce göreve gelen ancak bugün eski siyasiler gibi bürokrasiye teslim olduğunu gördüğümüz iktidarın, 657'ye tabi bir memurun atanmış bakanın eleştirilmesi halinde suç işlendiğini belirtip davalar açtırması, komik olduğu kadar iktidarın yeniden bürokrasiye kaptırıldığını ortaya koyan acı bir durumdur.
Bir memur gibi atanmış, 657'ye tabi bir devlet çalışanı olan İçişleri Bakanı hakkında eleştiri yaptı diye hapse atılan polis memurunun yanı sıra belediye başkanlarının da mahkemelere düşüren anlayış bugünler de bir hayli hükümdar, yani iktidar.
Seçime doğru giden iktidarın puan kaybetmesine neden olan sebeplerin başında bulunan hatta "Bu iktidardan bıktık." diyemeyip iş yapmamakla hükümeti vatandaşın karşısında zorda bırakan hantal bürokrasinin bu kadar şımartılması ve 657'ye tabi bir memurun yargılanması için üç değil, beş yerden izin istenmesi ne kadar doğru bilmem ama halkın oylarıyla seçilenlerin hapislerde olmasına o kadar yanlış…
Ve seçilen vekilin dokunulmazlığını kaldıranların bürokrasiye getirdikleri katmerli dokunulmazlıktan başka bir şey olmadığı gibi yıkılan komünist sistemde hatta Kuzey Kore’nin de içinde olduğu demokratik olmayan ülkelerin hiç birinde yoktur.
Yani kısacası; bakanı değil, 657'ye tabi birer devlet memuru olan YSK'yı, Yüksek Seçim Kurulu hakimlerini eleştirdiği iddiasıyla yargılayıp, Demirtaş başta olmak üzere onca milletvekilini, belediye başkanını son olarak da Kaftancıoğlu gibi cezalandırıp, siyaset yapma yasağı getirecekleri iddia edilip tartışılırken başkanlık sistemi gereği yine bir bürokrat olan adalet bakanının nasıl olup HDP ile görüşmeye gittiği de eleştirilir.
Hâlbuki demokrasi gereği halkın seçtiği siyasilerin görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atayanların dün aynı yöntemlerle , "Muhtar olamaz." denerek kendilerinin de bu durumlarla karşılaştıklarını unutmuş olsalar da meclisin üçüncü büyük partisi olan, 6 milyon oy alan ve gerek şu anda gerekse yaklaşan seçimlerde asıl oyuncu olan HDP ile bırakın görüşmeyi selamlaşmanın şeytanlaştırıldığı bir zamanda Adalet Bakanını anayasa için HDP'yi ziyaret etmesini sanki ülkenin bekası gitmişçesine kıyamet koparılması ne kadar doğrudur.
Bu kıyameti koparanların başını da yine ulusalcıların çektiğini ben cahil görürken barış sürecini bozan bu ulusalcı çeteyi ve asıl iktidarı elinden kaçırmak istemeyen bürokrasiyi mevcut iktidar görmüyor.
Kısacası iki seçimde yenemedikleri İmamoğlu’nu 1 Kasım 2015'de yapılan ve HDP'nin büyük başarı sağladığı seçimleri misali devre dışı bırakma adına hâkimlere hakaret etti denilerek yargılatılmaya, saha dışına itilmeye çalışılması bu ülkede ki istenen huzuru getiremeyeceği gibi HDP ile görüşmenin bile bu ülkeyi ne kadar rahatlattığını görmek gerekir.
Aksini hep bana hep bana denirse ve bunu saklamak adına da hukuku ve hukukçuları öne sürüp adına da adalet demekle adaletsizliğin en büyüğünü yapmış olur, yarın o adaleti de bulacak ne bir ortam bulabiliriz ne bir yönetim diyor HDP ile görüşmenin en doğrusu olduğunu, HDP'nin de Dolmabahçe masasını hatırlayarak bu masanın da yıkılmaması ve üzerinde oynanacak olan satrançta hemen şah=mat demektense uzun uzun düşünülmelidir derim.