"Bir zamanlar bir paşa kızı varmış. Paşababasının konağının cumbasında güneşlenir, elma soyar yermiş. Yediği elmaların kabuğunu da camdan seğirtip aşağı atarmış. Aşağıda duvarın dibinde bir fukara kızcağız varmış. Elma yemeye imkânı olmayan fukara kızcağız paşa kızının soyduğu elmanın kabuklarından yer, nasiplenirmiş. Paşa kızı pudra gibi ak yüzlü, kansız ve solgunken fukara kızın yanakları pembe pembe gülümsermiş."
Elmanın kabuğuyla birlikte yenmesi gerektiğini, elmadaki gıdanın, vitaminin, bilumum faydanın kabuğunda olduğunu, hem kabuğuyla yenen elmanın israf edilmeden yenmiş bir elma olacağını anlatmak sadedinde bu kısa, kuru hikaye anlatılırdı bize çocukken.
Tabii biz çocuklar için anlatılan "elmayı ısırarak yeme tavsiyesi" büyükleri bağlamıyordu. Gidilen misafirliklerde şahit olduğumuz bazı abiler, ablalar elma kabuğunu öyle ince ve nizami soyarlardı ki kabuk kopmaz bir şerit gibi uzar giderdi marifetli ellerde. Elmaysa elbisesini çıkarmış, çırılçıplak bir heykel gibi kalırdı soyan kişinin elinde.
Bıçağı çatal yapıp yanındakine bir dilim ikram etmeler, sanki bir milimetrik matkapla deler gibi sondajlayıp çekirdek ve sap kısmını çıkarmalar gibi daha nice elma şovları da var ki onları anlatırsak lafın mecrası dağılır, yazı bir ırmağın vadisinden kurtulup delta olur ki malum deltalarda su sığ olur balıkların fokurdattığı derinlikleri göremeyiz.
Evet hayatı yaşamak da sanatlardan bir sanat yani bir elmayı soyarken takındığımız titizliğimiz, ince soyuşumuz, soyuşumuzdaki istikrar ve bir kurdele gibi çıkaracağımız kabuğunu önümüzde görmemiz ve en son elimizde kalan yenilebilir, yutulabilir, estetik ve fazlalıklarından ayrılmış bir heykel gibi belleklerin nazarına sunduğumuz eserimiz.
İdeal elma soyanlar ideal yaşar denemez ama ideal yasayanlar bence ideal elma da soyuyorlardır kanaatimce.
Çünkü en basitinden bir elmayı soyarken şahit olduğumuz titizlik; gövdeden dallara, dallardan budaklara, budaklardan yapraklara sirayet eden bir erdemdir.
Bizi avucunun içine alan konfor yine bizi disipline edecek, pişirecek hasletlerin celladı olur genelde. Çünkü konfor içinde nefis okşanır. Nefsin okşandığı yerde benlik ayaklanır. Benliğin ayaklandığı yerde kibir yeşerir. Kibrin yeşerdiği yer yok oluşun ikamet yeri midir?
- Evet, yeridir.
Titizlik konforu reddetmek demesek de küçümsemekle mümkündür. Zira konfor pek de hoş bir şey değildir insan için. Rahatlık, istirahat, refah üzere bir yaşam falan tamam da, konfor daha başka bir şeydir. (Konfor ataletle ilişkili bir şeydir. İlginçtir ki ataletle ilişkilendirdiğim konforun en çok yaşandığı yer olan tatil de ataletle aynı kökten gelir).
Titiz toplumlar ailesine, mahallesine, sınıfına, zümresine, astına, üstüne değer veren toplumlardır. Faydayı gövdede değil aynı elmada olduğu gibi hem gövdede hem periferide hem özde hem kabukta arayan toplumlardır.
Hem akademiden gelenlere kulak kabartan hem de alaydan yetişenlerle alay etmeyen toplumları.
Alay komutanı olmak alaydan yetişme kuvvacı komutanla alay etmeyi gerektirmez. Mühendis olmak ustabaşını, subay olmak uzman çavuşu görmezden gelmeyi gerektirmez.
Titizlik, tasarruflu olmayı kolaylaştırır. Titizlik, ahlaki bir meziyettir.
Prensibi bilmiyorum ama titizlik öyledir.
Yaşam titizlikle insan yaşamı olur. Bu arada "Prensip modern insanın yamyamıdır." demiş ki Özdemir Asaf haklıdır ama titizlikle aynı şey değildir.
Elmayı soyarken hem savurganlığa bir tedbir hem doğaya saygı gereği bir tasarruf hem estetiğe katkı sunan bir titizlik içinde oluruz.
Her demde titizlik üzere yetiştirilen ve bu istikamette oluşan bir toplum florası hem tedricen doları düşürür hem de elma soymayı bilmeyen yukarıdaki paşazade çocukların elmalarını elinden düşürür.
Elma gökten düştükten sonra gerisini yerçekimi halleder zaten. Yerçekimi de doğaya dahildir.
Zira o da latif olanı yukarı kaldırır, kesif olanı aşağı indirir.