Gün geçtikçe iyiden iyiye ısınan siyaset arenasına ve havalara rağmen akaryakıta ve izlemediğimiz TRT'nin de içinde olduğu radyo, televizyon bandrollerine başta olmak üzere her şeyin yoğun zam yağmurlarına tutulduğu şu günlerde, sanırım fark edemesek de adı Fakir olan ben ve hepimiz son günlerde yaşanan bir hayli yakıcı ateşlerin etkisinde gibiyiz..
MHP ortaklı AK Parti iktidarının Atatürk Havaalanına çam diktiği İstanbul başta olmak üzere birçok yerde inişe geçtiği; yeni operasyonların yapılacağı söylenen Güney'de, Irak'ta, Suriye'de olmak üzere devam eden ve 50 yıldır bitti bitirdik ama bir tülü bitmeyen çatışmalar ve gazetelerin 6 ya da 7’inci sayfalarında bir köşeye sıkıştıran şehit haberleri gündemi işgal eder..
İyiden iyiye ısınan havaları, yakıcı hale getiren acı haberlerin arttığını görürken kuruluşunun 104. yıl dönümünü kutlayan Gürcistan'dan sonra Ukrayna ile savaşa giren ve halâ, bekleneni aylardır alamayan Rusya'dan alınan ve milyar dolar karşılığı ambarlardan çıkarılıp, kullanılır hale getirilemeyen füzelerin yakıcılığı mı bu yaşananlar?..
Yoksa 'Arap Barışı' adı altında başlayan ve Irak ve Suriye ile devam eden, İran'a uzanan ellerin bölgedeki ateşe benzin dökmesinden mi..
Belki de Trump'ın bütçesini kestikten boşalan kasasının alarmı ile Dünya Sağlık Örgütü’nce koparılan kıyamet ardından sanki hiç yokmuş gibi ölümün adının değiştirilip, Korona dendiği son zamanlarda geride kalan iki yıl mı bu hava kadar ısınmakta bilmem ama ekonomik krizin de içinde bulunduğu onca sorunlarla havalar gibi ülke gündemi de yakıcı bir duruma gelmiş durumda..
Bütün bu kaos içinde, gece gece okuduğum, 'Bu kavga niye?' diyen kitapta insanın yaşadıklarını anlatan bir konu dikkatimi çekti.
Çünkü o yaşanmışlıkta, yaşananlarda ve yaşanmaya devam eden hayatımızda anlatılanın, bu dünyada onca kavganın aslında bir parça toprak ya da çıkar denilen kendi amacımız diyebileceğimiz ve çatışmalara neden olanın boşuna olduğunu anlatmaya çalıştığını görüyor, anlıyordum..
Aslında hepimizin birer fakir olduğu dünyamızda barışı, kardeşliği ve en önemlisi herkesin güzel bir yaşam sağlamasına katkı sunan demokrasiden tüm toplumu rahatlatacak, ülkeye nefes aldıracak tam bir genel aftan öte bir şey değil isteğimiz.
Ve yeter ki onu anlamak, algılamak gerek, hikayeyi birlikte bir kez daha okurken..
İşte o bizleri anlatan hikâye;
Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır.
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.
Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış.
Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir anda yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis, olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vukû bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…
Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…
Ve insan yaşlandıkça besler, gençleştirir arzularını. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla yitip gider aklından…
Tüketmeye de çok meraklıdır insan. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın-mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…
Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar aslında fakiriz hepimiz.
Evet bu hikâyede ne anlatılıyor diye soran olursa ben mevcut iktidarın ve yandaşlarına aynı soruyu sorar, 2023'e kadar da zaman verir, cevap isterim...